5 Aralık 2007 Çarşamba
Ablası, Mehmene Banu.
Ablası, Arzen Hükümdarı.
Ablası, Şirin’ in ablası.
Kırmızılar üstünde, kırmızı kadife, kırmızı ipek, kırmızı tüller... Gece siyahı saçları kehribarlarla süslenmiş, geniş alnında yakut alınlık... Kehribarlar ne mutlu, alınlık ne bahtiyar! Kehribarların en şanslısıyız. dediler, gülüşerek. Mehmene Banu’ nun saçları süslüyor bizi.
Bilirlerdi ki, en nadide kehribarlar bile Mehmene Banu’ nun gözlerine denk olamazdı.
Yakut alınlık da onlardan geri kalmadı. Mücevherlerin en kutlusuyum. Mehmene Banu ’ nun şavkıyla ışıyorum, şavkım vuruyor Mehmene Banu’ nun yüzüne.
Bilirdi ki, hiçbir yakut Mehmene Banu’ nun dudaklarına; hiçbir mücevherin şavkı, Mehmene Banu’ nun alnına ve yanaklarına denk olamazdı.
Mehmene Banu, Arzen’ in en karanlık geceleri gibi dökülen saçları, servi ağacını mahcup eden endamı, kaşlarının şakaklarına uzanan hançer kavsi, birer tılsım taşı gibi kara gözleriyle, kadınlar içinde en güzeliydi.
Şirin Sultan, koşup ablasına sarıldığı vakit tılsım taşları ışıdı. Yakutu süsleyen alın, kehribarları süsleyen o güzel baş ışıdı. Mehmene Banu, kardeşine duyduğu tarifsiz sevgi ile ışıdı. Ona, kalbinin özenle korunmuş, en yumuşak iklimli, en güzel kokulu bahçesinden seslendi, “ Kardeşim! ”
...
30 Kasım 2007 Cuma
Ih-la-muur
İki ay sonra, oyunu ilk izleyişimin üzerinden iki sene geçmiş olacak. İlk müziğini ( Heyhât ) besteleyeli iki sene. Ay Kız' ın Ninnisi' ni yazıp, oyundan parçalar koyma fikrini akıl edeli bir buçuk sene. Bunu bir albüm haline getirme fikrini edineli de bir seneyi geçti.
Heyhât' ta bir müzik motifi var küçücük. O motifi, Kadıköy' de vapur iskelesinde ıhlamur satan yaşlı adamdan esinlenmiştim. Kendine has, ezgili bir "Ih-lamuuuur" deyişi vardı. Ihlamur deyişinin notalarını çıkarmış, o motiften bir intro yapmıştım. O introyu albümde kullanmadık, ama ıh-la-muur motifi aynen duruyor. İskelede ıhlamur satan yaşlı adamla Arzen Hükümdarı Mehmene Banu da böyle bir araya gelir işte. :))
Ihlamur teması, o dönemki pek çok müziğim gibi yarım kalmış bir müzikti. Tamamlayamıyordum da işin kötüsü. Neden? Bilmem! Bilsem çözerdim. Sinir bozucu, üretimsiz zamanlardı. Daha önce de yazmış olmalıyım, beni bu dönemden çıkaranın Mehmene olduğunu. İşte, oyunu izleyip bir iki gün sürekli ağlama halinde dolaştıktan sonra, okula gittim, piyanoyu kurcalamaya başladım ve bir de baktım ki devamını getirebiliyorum, müzik yazabiliyorum. Parça böylece, Mehmene sayesinde tamamlandı. Albüm fikri oluştuğunda da bu parçayı Mehmene' ye hediye etmek boynumun borcu oldu.
Hayatıma kattıkları üzerine daha söyleyebileceğim pek çok şey var. Fakat kelimelere dökmek çok zor. Değer verdiğim şeylere, iyi kurulmamış cümlelerle haksızlık edeceğimden korkuyorum, o yüzden anlatamıyorum. Belki de o yüzden müzik yazıyorum.
12 Kasım 2007 Pazartesi
Mehmene, Züleyha, Huzur
ve hikaye kahramanı olmayan kadınları.
Bir ben gibisi olmayacak aranızda,
hiçbirinize benzemediğim kadar benzemeyeceksiniz hiçbiriniz bana.
Hepiniz düz yollarda, sakin ve güvenli bir yaşamın kollarındasınız,
bense derin ve karanlık bir kuyunun başındayım.
Fethedilen değil fethe kalkışan olarak kalacak geçmiş ve gelecek zamanlara adım.
Acım acınızdan,
gücüm gücünüzden çünkü çok daha fazla.
aşk benim hakkım.
aşkın, hakkımız olmayanı istemek anlamına geldiğini bildiğimden bu hak ediş
çünkü bu aşk benim yazgım. "
... diyor, Züleyha' nın dilinden Nazan Bekiroğlu, Yusuf ile Züleyha adlı şahane kitabında.
Mehmene' ye çalışırken, Mehmene' nin kendisinden başka bir yerde ilham aramama hemen hemen hiç gerek olmadı. Yalnız Şehvet' i yazarken, bir parça Salome' nin Yedi Tül Dansı' nı inceledim, Carlos Saura' nın filmindeki müzikleri dinledim. Şehvet ve tutku dediniz mi Salome' den ötesi yoktur malumunuz, onun Yahya' ya duyduğu hastalıklı aşkın yanında, Mehmene Banu bir nevi evliya gibidir hatta.
İşte bana sorarsanız, aşk skalasının bir ucunda Salome yer alıyorsa, diğer ucunda Züleyha bulunmaktadır. Züleyha' nın kölesi Yusuf' a duyduğu, toplum tarafından kabul edilmeyen aşkı, onun ruhsal arınma yolculuğunun başlangıcı olacak, onu çileli yollardan geçirerek unutulmaz bir hikayenin arınmış, aydınlanmış kahramanı haline getirecektir.
Benim için esas soru şu: Mehmene arınabildi mi?
Ferhad' a duyduğu imkansız aşk, içinde bulunduğu çaresizlik ve yaşadığı acı, onu bir yolun yolcusu yapabildi mi?
Eğer yapabildiyse, bu beni çok rahatlatır doğrusu.
Aslına bakarsanız, Mehmene Banu, bu oyundaki yegane "sorgulayan" karakterdir. ( Mehmene' nin uzantısı olarak kabul ettiğim Vezir de öyle ) Ferhad, Şirin, Dadı ve diğerleri, başlarına geleni asla sorgulamaz, sadece yaşarlar. Ferhad ile Şirin birbirlerine aşık olurlar, sorgulamazlar. Kaçarlar, yakalanırlar, sorgulamazlar. Ferhad, Şirin' e kavuşabilmek için dağı delmeye yollanır, sebebini hiç sormaz. Şirin onu beklemeye mahkum edilir, isyan etmez, sorgulamaz. Sadece son Demirdağ sahnesinde, fedakarlık ve hak üzerine yaptıkları bir konuşmayla, yine Mehmene Banu' ya ve onun şahsındaki "otorite" ye yönelik bir iki soruları olur, fakat kendilerine dönük bir irdeleme yine yoktur.
Ferhad ile Şirin, kendi kendilerini sorgulamaya asla gerek duymayacak kadar kendinden emin şanslılardır.
Buna karşılık, oyunun ikinci perdesinin yarısından fazla bir süresi boyunca, Mehmene Banu' nun kendiyle yüzleşmesini, duygularını irdelemesini, sürekli sorular sorup cevaplar aramasını izleriz.
Şirin' e güzelliğimi feda ettim diye pişman mıyım?
Dadı, oğlunun isteğiyle bana ihanet ettiği için pişman mı? Ben pişman olmalı mıyım?
Dadı birine, Şirin' in Ferhad' a aşık olduğu gibi aşık olsa, onun uğruna oğlunu bırakır mıydı? Şirin, Ferhad' la peşinden gittiği için haklı mı? ( Mehmene, aslında Şirin' in haklı olduğunu düşünmektedir. )
Sonuçta, Mehmene Banu, Ferhad ile Şirin meselesini kendi içinde çözmeyi başaramayarak Ferhad' ı Demirdağ' a gönderir. İç huzurundan yana hiçbir eksiği olmayan Ferhad' ın, burada hayatının anlamını bulduğunu pek iyi biliyoruz. Şirin ise, bu anlamı hazmetmek konusunda bir parça yetersizdir.
Peki, Mehmene Banu' nun on senenin sonunda Ferhad' a af çıkarmasını, onun bu meseleyi artık çözdüğü, kendi içinde huzur bulduğu yönünde algılayabilir miyiz? Bu hikaye, Mehmene Banu için mutlu sona ulaşmış mıdır?
Ece' nin bir tezi var, Gelen' in, Mehmene Banu' ya köşk şartını bilerek koştuğunu, Mehmene' nin Ferhad' la karşılaşmasını sağlayarak onu bir iç yolculuğa çıkarmayı hedeflediğini söylüyor.
Aynı Yusuf' a aşık olup herşeyini kaybeden, sonra tekrar zirveye yükselen Züleyha gibi.
Mehmene yolculuğunu tamamlayabildi mi?
3 Kasım 2007 Cumartesi
Vezir
Oyundan bağımsız olarak tekste baktığınız zaman, Vezir, böyle akça pakça, ak sakallı yaşlı bir amca olarak betimlenmiş. İhtiyarlığı özellikle vurgulanıyor: " Vezir' in sakalı da iyice ağarmış. " " Şükür ki bu güzel yüzün ihtiyarladığını göremeyecek kadar ihtiyarım... " gibi gibi.
Öte yandan, Yalçın Boratap' ın bedenindeki Vezir için kesinlikle, ama kesinlikle içi geçmiş bir ihtiyar diyemeyiz. Tam aksine, yeterince genç, yakışıklı ve fazlasıyla karizmatik bir Vezir bu karşımızdaki. Hatta izlediğim oyunlarda çok gözüme batmadı ama prömiyer kaydında, "Beni iyi yapan şeyi elimden aldınız" repliğinin yorumlanışında bariz bir duygusal, bana sorarsanız örtülü bir cinsel mesaj yüklü.
Belki öyle olduğu için benim için bu kadar ilgi çekici oldu, ama şu bir gerçek ki, tekstte de Vezir' in inanılmaz bir öyküsü var. Düşünsenize. Bir kadına, bir hükümdara umutsuzca aşıksınız. O da sizin aşkınızı biliyor fakat karşılık vermiyor. Sonra bu kadının aşık olduğunuz güzelliği yok oluyor, kadın kendisi yok ediyor bunu. Aşık olduğunuz kadın, aşık olduğunuz güzelliğin katili yani. Ve sonra, bu kadından nefret etmeye başlıyorsunuz, öte yandan onun umutsuz aşk acısını paylaşıyorsunuz, sırdaşı oluyorsunuz. Akla hayale sığmaz bir hikaye aslında.
Yazılırken ve yorumlanırken böyle düşünüldü mü bilmiyorum, fakat bana sorarsanız Vezir bu oyunda aslında Mehmene' nin ta kendisi, onun içindeki şeytandır. Hiçbir davranışı yoktur ki Mehmene Banu' nun tavrıyla örtüşmesin.
Mehmene Banu' ya olan aşkı, bizzat Mehmene' nin kendine olan aşkıdır derim, örneğin. Daha sonra ona duyduğu nefret, Mehmene' nin bizzat kendi çirkinliğine duyduğu nefret olamaz mı?
Mesela, Ferhad ile Şirin kaçtığında aralarında geçen diyalog:
M- İşkence edilmedi, değil mi? İşkence edilmedi?
V- Elbette efendimiz. Halbuki kulunuza kalsa...
M- Sana kalsa... Sana kalsa ikisi de çarmıha gerilmiş, ikisinin de boyunları çoktan vurulmuştu.
V- Hak etmişlerdi ama efendimiz...
M- Sana kalsa kaçanlar da yakalanınca...
V- Yakalanacaklar efendimiz. Dört yüz atlı çıkardım peşlerine.
M- Sana kalsa, kaçanları da kırk katıra bağlatır, parça parça edersin...
Mehmene Banu, "Sana kalsa..." diye aslında kendi kendine konuşuyormuş gibi çok kuvvetli bir his var içimde. Kendi vahşi, işkence etmek isteyen şeytanıyla.
Hasılı kelam, Vezir' in yeri de kalbimizde böyle ayrıdır efendim.
2 Kasım 2007 Cuma
Bir
Bana sorarsanız müzik, dinleyiciye birşey ifade ettiği ölçüde vardır, ve anlamlıdır. Kendi müziğimin böyle olmasını isterim. İnsanların muhabbetine fonda eşlik etmesi de kabulüm, fakat esas arzum, onlara birşeyler anlatabilmesidir.
Bu düşünceyle yola çıkmadım, ama üzerinde uğraştıkça farkettim ki, Mehmene' de evrensel mesajlar var. Pek çok insanın yarasına dokunabilecek bir hikaye. Öncelikli olarak, aslında güzel yaratılmış fakat çirkin bir surat ile bir maskeye hapsolmuş kızdan bahsedelim.
Yakın sayılabilecek bir zamana kadar ben de öyleydim örneğin, müzik yazabileceğimi biliyordum, içimde hissediyordum ama yazamıyordum, dışarı çıkaramıyordum. Bu benim, kendi maskem ardına hapsoluşumdu.
Böyle yaşayan pek çok insan tanıdım, içinde gizli cevherler olan fakat çeşitli sebeplerden ötürü içinde saklı kalan, tam anlamıyla kendisi olamadan yaşayan; bunun acısını farkında olarak ya da olmayarak çeken.
Diğer bir önemli nokta da, daha ziyade kadınlara yakıştırılabilecek fedakârlık olgusu. Hiçbir kadından bir büyücü gelip güzelliğini istememiştir belki, ama örneğin çocuklarını en iyi şekilde büyütmeye çalışırken kendi cazibesini yavaş yavaş yitirip cinsiyetsizleşen, "anne" "teyze" olan kadınlar çok mu uzak bize?
Dünya, küçük kardeşini ölümden kurtarmak için kendinden vazgeçen Mehmene' lerle dolu.
6 Ekim 2007 Cumartesi
Hırsızlık
26 Eylül 2007 Çarşamba
Kendinden Geç
Ece kayıplarda, Ece beni duyuyorsan ses ver!!!
12 Eylül 2007 Çarşamba
Kendi Dünyasının Efendisi...
Bu siteyi açarken bazı arkadaşlarım, bu işi haddinden fazla büyüttüğümü, abarttığımı, bu sayfayı açmakla aşırıya kaçtığımı söylemişlerdi. Mesele, katıksız inançta. Sağlam temellere oturup oturmaması çok önemli değil şu an, zira bu, çoğu sanatsal üretim gibi, içgüdüsel bir şey. Sezgilerinize güvenmek, onları dünyanın en doğal ve kesin gerçekleriymiş gibi kabullenip inançla benimsemek zorundasınız. Bir cengaverlik, Don Kişot' luğun ta kendisidir bu bir bakıma.
Bu sayfayı açtığımda, ziyaretçisi olup olmayacağından pek emin değildim. Aslında zaten, bu çalışmayı takip etmek isteyecek fakat sık sık görüşmediğim birkaç kişi için açmıştım başta. Beklediğimden daha fazla insan ziyaret ediyor, hatta bazı bazı bir başvuru kaynağı haline bile gelmiş. Mehmene otoritesi oldum internette. :))
2 Eylül 2007 Pazar
Mehmene "Ev Yapımı"...
Albümün piyasaya yönelik olmaması, insanı çok rahatlatan ve özgürleştiren birşey. Bir kere telif ve barkod meseleleri var, şimdilik bunları bertaraf ettik. ( mi? ) Kendimiz için yaptık, bize emeği geçenlerle, ilham verenlerle, sevdiklerimizle paylaşacağız. Olay bundan ibaret.
Bakın tam da şuraya yazıyorum. Yarın öbür gün ( yani biz öldükten sonra ) açık arttırmayla satılır bunlar ha. :))
31 Ağustos 2007 Cuma
İlk Sponsor
Dün annemin kuzeni Dinçer Amca gelmiş Ankara' dan. Annemle bir işler konuştular ettiler, sonra annem için beklenen an geldi ve odamın kapısını çaldı " Mehmene' den bir iki parça dinletebilir miyim Dinçer Amcana? "
Annem çok fena reklam yapıyor. Msn' de kişisel iletisine blogun adresini yazmış, gelen gelene. Yahu diyorum kim bu insanlar Rusya' dan, Amerika' dan, İtalya' dan sayfaya girenler; üstelik öyle arama motorunda arayıp da değil, doğrudan adres yazarak. Annemin tayfası işte hepsi.
Neyse. Dinçer Amca dinlemiş bir iki parça, sonra geldi bana dedi ki, Burçak, bunun hazırlanma aşamasını kaydetmelisin sen. E Dinçer Amca edeyim, benim de başından beri aklımda ama kameram yok, heyhat. Yoksa istemez miyim bir de belgeselini hazırlayalım üçerli beşerli klipler çekelim. E al kızım bir kamera kaç paradır ki dedi, çok para benim için, öğrenciyiz neticede dedim. :)
Öyle olunca "Tamam yahu, ben alıyorum sana kamera!" diye coştu sayın Dinçer Atila, ve böylece Mehmene Projesi' ne yatırım yapan ilk girişimci ünvanını da kazanmış oldu. :))
Teşekkür ediyorum kendisine.
28 Ağustos 2007 Salı
Geçmiş Zaman Olur ki...
24 Ağustos 2007 Cuma
Dinleyin
Önemli olan, evet, en önemli olan, bir kişiyi ve bir anı kurtarabilmek.
"Zalim, beni söyletme, derunumda neler var." diyen şarkı, bir kişinin ruhundaki gizli bir yarayı sağaltabilirse amacımıza ulaşmış sayılırız.
Arzen Sultanı' nın fedakârlığını kutsamak için yazdığım müzik, bir başka kadının kıymeti bilinmemiş bir fedakârlığının hakkını verebilirse ne ala.
Aşk ın "Fer", yani "ışık" olduğuna ikna edebilirsem birilerini, bu başarıdır; ve Şehvet in kaçınılması gereken bir günah değil, gençliğin, tazeliğin, bereketin ve üretkenliğin zevkli olduğu kadar kutsal bir ayini olduğu fikrini verebilirsem birilerine, içim rahat eder.
Bir an ve bir kişi. Sonra bir an ve bir kişi daha. Nasıl ki ben, Ferhad ile Şirin' i izlemiş bir kişiydim. Sonra başka kişileri mutlu etmek üzere yola çıktım. Öyle işte.
23 Ağustos 2007 Perşembe
21 Ağustos 2007 Salı
Mesele
Mesele, üretilen ses ve tartım bütününün nerde kullanıldığı ve nasıl sunulduğu. Onu kullanmayı, aslında " akıl etmiş " olmak. Önemli olan, Bestenigar Makamı' nda bir müzik yazmaktan çok, " Ben Mehmene' nin şehvetini ve Ferhad' a duyduğu arzuyu, Bestenigar Makamı' yla anlatacağım. " demek.
Yoksa, üretilen ezgi üzerinde, bu iyi mi, kötü mü diye düşünmek, bir süre sonra insanı yoruyor. Bir yere de çıkmaz o yol zaten.
18 Ağustos 2007 Cumartesi
Soru - Cevap
Bu projeden bahsettiğim insanların sorduğu bazı "Sık Sorulan Sorular" var. Hepsine topyekun cevap vermek için bu blogdan daha iyi bir yer düşünemiyorum. :) Buyrun burdan başlayın:
Mehmene ne demek?
Mehmene, tam adıyla Mehmene Banu, bir hikaye kahramanıdır. Günümüzde Türkiye' de bilindiği şekliyle, Ferhad ile Şirin efsanesinde, Şirin' in ablası ve hükümdardır. Aşıkların kavuşmasını engellemiş, Şirin' i vermek için Ferhad' ın Demirdağ' ı delmesini şart koşmuştur.
Nazım Hikmet bu karakter için yeni bir hikaye yazmıştır. Onun versiyonunda Mehmene Banu, kardeşinin hayatını kurtarmak için eşsiz güzelliğini feda etmiş, sonra da kardeşinin sevgilisi Ferhad' a aşık olmuştur.
Kelime anlamı için bkz: Mehmene' nin Adı.
Ne şimdi bu? Oyun müziği mi?
Hayır, bu bir oyun müziği değil. Bu, bir oyundaki bir karakter üzerine yazılmış bir müzik, ama yaratım aşamasında oyunu ve karakteri kendi penceremden yorumlamadığımı, Şehir Tiyatroları' nda izlediğim yorumu esas aldığımı belirtmeliyim. Yani bu, artık suyunun suyu dediklerinden. Nizami Gencevi bir hikaye yazıyor, hikaye evrile çevrile zamanımıza geliyor, Nazım Hikmet kendine göre yorumluyor, sonra Şehir Tiyatroları' nda ayrıca yorumlanıyor, ben de o yorumu yorumluyorum. Oldu mu? Bence oldu.
Kimden geldi sana bu teklif? / Kim istedi bunu?
Ben istedim. Bu çalışmayı kendi keyfim için, yaratma ihtiyacı hissettiğim için yapıyorum.
Bitince ne olacak?
Bilmiyorum. Farklı seçenekler var. Birincisi ve başlangıçta düşündüğüm seçenek, bittiği zaman yeterince CD doldurup, albümle uzaktan yakından ilgisi olmuş kişilere, eşe dosta birer nüsha hatıra veririz, yaptığımız güzel bir iş olarak arşivimizde kalır. Yarın öbür gün koleksiyon parçası olur, heheh.
Ayrıca, bütün müzikler olmasa da bazıları, canlı icra repertuarımıza eklenir, konser parçası olur.
Bir diğer ihtimal de bir yapımcının ilgisini çekmesi tabii ki. Belli olmaz.
16 Ağustos 2007 Perşembe
Şirin' in Çellosu
Güzel geçen bir günün güzel geçen akşamındayız. Geçenlerde nihayet Şirin' in şarkısının çello partisini yazıp Burçak' a yollamıştım. Bugün de bize geldi çalışmaya. Şirin' de çello solosu olduğu için özellikle önemliydi, ona verdiğim notaya da nüans filan yazmamıştım, beraber çalışıp yorumlayalım diye.
Öyle de yaptık. Bu Burçak' la Mehmene için ilk çalışmamız. Çok verimli ve keyif verici bir çalışma oldu. Şartlar gereği genelde bilgisayarla çalışmak zorunda kaldığım için, canlı icranın tadını unutmuşum neredeyse. Oysa vazgeçilmesi öylesine düşünülemeyecek birşey ki canlı müzik yapmak, canlı kayıt almak.
Besteleme aşaması bitti dediğimden beri öyle güzel bir rahatlık, çalışma şevki ve heyecan geldi ki üstüme. Galiba işin en keyifli kısmı bundan sonra başlıyor. Bu arada, partisyonları yazarken fark ettim ki bu albümle beraber bayağı bir canlı icra repertuarı da edinmiş oluyoruz. Pekala bir konser programı olarak düzenlenebilir yarın öbür gün.
Yarın Şirin' in çello kaydını tamamlayacağız bir aksilik olmazsa.
14 Ağustos 2007 Salı
13 Ağustos 2007 Pazartesi
Çeşitli Ruh Halleri
Yok hayır, hevesimin, isteğimin gitmesi gibi birşey değil. İnsan böyle uzun zaman, bir işin bu kadar içinde olunca bir hedef sapması olabiliyor. Ben bunu niye yapıyordum, başlarken amacım neydi, neye ulaşmaya çalışıyorum gibi soruların cevabı unutulabiliyor. Dün bana da öyle oldu. Bir de bazen müzik yorgunluğu oluyor, insana dinlediği en güzel müzik bile birşey ifade etmiyor. Hele kendi yazdığı, ooo, dünyanın en rezil işi gibi geliyor. Bana da dün gece öyle oldu. Burçak' a söyledim. Kız ürktü yazık.
Neyse, bugün geçti gibi. Amacımı, hedefimi tekrar hatırladım. Neydi yahu? Ya, aslında tabii ki güzel birşey yaratma arzusu, yani yaratıcıyım diyen insanın doğal içgüdüsü. Ama aslında mesele daha çok bir şükran ifadesi. O da bambaşka bir yazı konusu.
Fena değil fena değil. Bazı bazı beğeniyorum yaptığım işi.
9 Ağustos 2007 Perşembe
Kasım' dan Bu Yana
"Birkaç gündür yeni bir eğlence buldum kendime. Ferhad ile Şirin' in kayıtlarından parçalar kesiyorum. Müzik yazıp aralarına monte ediyorum. Aslında elimde oyunun tamamı olsa neler yaparım. Gerçi düşünmüyor da değilim. Oyunun kaydına bir şekilde ulaşsam. Tamamını gözden geçirip yeni müzikler yazsam. Bir albüm olsa bu, adı da 'Mehmene.'..."
Geçen sene Kasım ayının ortasında günlüğüme düşmüşüm bu notu. Şimdi çıkarıp burada paylaşmak istememin sebebi ise, bütün bestelerin tamamlanmış olması, yani önemli bir devreyi kapatmış olmamız. Gerçi ben, tamam oldu deyip bırakabilen biri sayılmam pek, muhtemelen düzenleme-kayıt aşamasında daha pek çok şey değişecek. Ama yine de zor bir yolu geride bırakmanın rahatlığı var içimde.
Bazen projeden uzaklaştığım oldu. Üretemediğim, mecburen ya da isteyerek başka şeylere yöneldiğim. Ama sonra, tekrar Mehmene' ye döndüğüm zaman duyduğum heyecandan, hayranlıktan, karakterin ve Sevil Akı' nın yorumunun bende bıraktığı izlerden hiçbir şey kaybetmediğimi gördüm her seferinde.
Şöyle bir geriye gidersek, Mehmene aşkım ortaokul yıllarında başlamış. Muhtemelen on iki yaşındayken. Tanıştığım ilk Mehmene, Ümit Denizer' in yazdığı Ferhat ile Şirin' deki Mehmene Banu' ydu, ki bu oyunda Mehmene Banu bir karakter bile değil, bir kötü kraliçe tipiydi diyebiliriz. Buna rağmen bu karakter bana öylesine cazip gelmiş ki, bütün repliklerini çizmişim fosforlu kalemle.
Nasıl cazip olmasın? Genç, çok genç bir yaşta tahta oturan, bir halkı yönetmenin sorumluluğunu üstlenen genç ve toy bir kızdı karşımdaki. Gençliğini, hayatını istediği gibi yaşama hakkı daha baştan yitirilmişti. Ve bu kızın sultan haliyle bir nakkaşa aşık olması bile acı bir hikaye yaratmaya yetiyordu, bir de nakkaş, sultanın kardeşine aşık oluyordu üstelik... Ortaokul ve lise yıllarım boyunca dönüp dönüp bu karakterle ilgilendim. Hatta lisedeyken, Ferhad ile Şirin hikayesini Mehmene Banu' nun ağzından yazdım.
Güzelliğini feda etme olgusunu hikayeye ekleyen Nazım Hikmet' tir. Bunu eklerken kimlerin kalbini nasıl üzeceğini düşündü mü bilmiyorum, ama bu yorumla beraber Mehmene Banu' un trajedisi üçe katlanmış oluyor. Ben bu hikayeyi, sahnede izleyene kadar duymamıştım. Hoş, beni Mehmene' yle ilgili birşey üretmeye iten, sonradan eklenmiş bu ayrıntıdan çok, oyunun yorumlanışı oldu.
İnanılmaz çekingenliğim sebebiyle oyunun kaydını ancak nisan ayında alabildim. Tam anlamıyla çalışmaya nisan ayında başladım diyebilirim. Aşağı yukarı dört ay oldu desek, bir albümün besteleme aşamasını bitirmek için iyi bir zaman bence.
Daha yapılacak pek çok iş var. Arkadaşlarımı bilmem, ama ben hepsini yapmaya hazırım. Mehmene heyecanı beni terk etmediği sürece!
6 Ağustos 2007 Pazartesi
Mâh' tan Ferhad' a
Ey benim... ey benim.
Sevgilim.
Bak bana, benden öte
bir kadın yüzü gördün mü?
Bu güzellikte.
Bak bana, benden öte
bir kadın kalbi gördün mü
Böylesi kan revan
Böylesi sevmekte.
Işığım, gördüğün
suretimdir benim, onun Şirin yüzünde
Ferhad, hadd- i ferim
Ey benim sevgilim.
Tuttuğun o beyaz güvercin bilekleri
benimdir.
O ılık soluk benden, o benim güzelliğim!
Ey benim
kara kaderim
Çevremdeki herşey sen
Gördüğün herşey benim.
2 Ağustos 2007 Perşembe
Mehmene Banu' nun Adı
Neden Mehmene Banu' ya " Ay Kız " " Ay Güzeli " gibi isimler veriyorum? Bu benim, yüzde yüz kesinliği olmayan, ama yine de kendimce doğruluğuna inanıp benimsediğim bir araştırmanın sonucu. İşin başında, Mehmene kelimesinin anlamı üzerine epey bir araştırma yaptım. Banu' nun anlamı malum. Gelin, kadın, hanım, sultan vb. anlamları var, yani aslında "Banu" bu kızın adı değil, sıfatı. Hurrem Sultan demek gibi birşey, Mehmene Banu demek.
Peki ya Mehmene? Ferhat ile Şirin, yahut Hüsrev ile Şirin hikayelerinin bazı versiyonlarında adı Mehin diye geçmekte. Sonuçta bizi bir sonuca ulaştırabilecek temel nokta, kelimenin "Meh" kökü, diğer bir deyişle "Mâh." Mâh kelimesinin de "Ay" anlamına geldiğini düşündüğümüz zaman, Mehmene ismi hakkında bir fikre ulaşmış oluyoruz. Tahminimce Mehmene, " Ay Gibi, Ay Benzeri " anlamını taşıyor.
İşte Mehmene' ye bazı bazı " Ay Kız ", " Ay Güzeli " deyişimin, albümün dokuzuncu parçasının " Ay Kız' ın Ninnisi " adını taşımasının sebebi budur.
"Asya, Mezopotamya ve Anadolu' da Ay İmgesi " de apayrı bir makale konusu... :)
Mehmene' nin Güzelliğine Ağıt
İkinci perdede, Mehmene Banu bu sözleri söylediğinde, Ferhad ile Şirin saraydan kaçmış, onları yakalamak üzere peşlerine dört yüz atlı salınmış, sarayda onları beklemekte olan Ay Kız kendisiyle ilk ciddi hesaplaşmasını yapmıştır.
"Bileklerim beyaz güvercin yavruları gibi hala... Onları tutabilir, esmer iri ellerinle onları okşayabilir, kırabilirdin Ferhad... "
Nazım Hikmet' in şiirlerinde, mektuplarında ve diğer düz yazılarında da rastladığımız değişmez bir uslup var. Çok sade, çok etkili, her bir duyguyu en insancıl, en olağan, en masum gösteren bir tarz. Mehmene' ye de yazdığı öyle replikler var ki, benim de müziklerimin arasında kullandığım, bütün bir müziğin etkisi o tek cümlede toplanıyor sanki.
Örneğin Öndeyiş' in son cümlesi şudur:
" Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum... "
Yine ikinci perdede, Ferhad' la yüz yüze gelmeden önce Şirin' e söylediği bu sözler, aslında bütün bir hikayesini özetleyebilir Mehmene Banu' nun.
Neyse... Biz ilk repliğimize dönelim. Ben hala beğenilebilir miyim?
Albümün onuncu müziği, "Mehmene' nin Güzelliğine Ağıt" ta kullanıyorum bu repliği. Bu kadar sade bir sorunun, bu kadar etkileyici olması bazen inanılmaz geliyor. Yüzünün çirkinleşmesiyle beraber maskeler arkasına hapsedilen, aslında son derece akıllı ve mantıklı biri olarak beğenilmeyi tamamen gözden çıkarmış bir kadının, ne kadını, yirmi yaşında bir genç kızın sorduğu bu soru, bana sorarsanız fazlasıyla kalp kırıcı.
En küçüğünden bir ümit, Ferhad için mi? Hayır, kendi olabilmek için, eskisi gibi kendi olabilmek için!
Albümün üçüncü parçası Mehmene' nin Güzelliğine Gazel. Burada Ay Güzeli adıyla, blogun ilk zamanlarında yazmıştım. Güzelliğine Ağıt da, aynı tema, aynı melodi üzerinden giden bir müzik. Güzelliğini anlatan ezgiyi, bir kere daha, varyasyonlarıyla, çirkinliğini anlatmak için kullanıyorum.
Şu sıralar uğraşım bu. Kendi yazdığıma kendim üzülüyorum. Fenalara geldim hadi bakalım.
31 Temmuz 2007 Salı
Kendime Not
Yazdıklarını notaya geçir.
Mix yapmayı öğren.
Aklına ilk gelen fikri en mükemmeli sanma.
Farklı sesler aramaktan sıkılma.
Şehvet' i bitir.
Mehmene' nin güzelliğine ağıt yak.
Aklına ilk gelen fikri en mükemmeli sanma.
Aklına ilk gelen fikri en mükemmeli sanma.
Aklına ilk gelen fikri en mükemmeli sanma.
Mikrofon standının aparatı kırıldı, yenisini al.
Aklına ilk gelen fikri en mükemmeli sanma.
26 Temmuz 2007 Perşembe
Yayın Hadisesi ve Haberler
Bu arada galiba Mehmene için bir MySpace sayfası açmaya karar vermek üzereyim.
Şu sıralar Şehvet' i bitirdim bitiricem. Ona hiç canlı kayıt almayacağımız için bitirip arkama atmak arzusundayım.
Ayçiler' in kanununun ses perdesi yırtıldı!!! Neyse şimdi tamir edildi de henüz akort tutmuyor.
Dün Ece geldi akşam, epey bir çalıştık, baştan başladık, gece ikiye kadar ancak Feda' ya gelebildik yani beşinci müziğe. Bugün yine gelecek.
DVD oynatma problemim vardı, Ece' nin bilgisayarında oyuna baktık biraz. Uzun zaman sonra ilk kez izleyince yine yine yine duygulandım fena halde. Üsküdar Musahipzade' de ilk izleyişimi unutmak ne mümkün!
Mehmene' nin aslında bir kınalı kuzucuk olduğuna karar verdim.
İmdat
Sayfa başına 10 ytl vericem. Daha fazlası çıkmaz öğrenciyim ben de neticede.
17 Temmuz 2007 Salı
FEDÂ
Vazgeçilmez varlık sebebi ve kaynağı olan güzelliği mi? Yoksa onun için sevgiyi, şefkati, aileyi ifade eden yegane insan Şirin mi?
Hangisi, hangisi için fedâ edilebilir?
Fedâ' yı çok seviyorum. Çok severek yazdım, adını uzun uzun düşünerek buldum, duygusu ve düşüncesi de beni her zaman etkiliyor. Yazarken dinamik ve biraz tehditkâr olmasını istedim, zira Mehmene Banu' nun güzelliğini kaybetmesi, benim için her zaman çok isyan ettirici bir durum. Hatta ney partisini üfleyip kaydederken içimde hep aynı duygu vardı. " Yapma! Güzelliğini verme! "
Galiba Şirin' den pek haz etmiyorum :)
Fedâ ve fedakârlık kavramları için kim ne diyor peki?
Bunlar ekşi sözlükten:
FEDAKARLIK
niyetinizden bağımsız olarak, konforunuzdan kaybettirip, konumunuza kazandıran kavram.
demode erdem.
insanlaşma adımı.
sevginin tek ölçütü.
edilecek kârı feda etmektir.
30 Haziran 2007 Cumartesi
Özledik Yahu
Son bir hafta - on gündür kendimde değilim. Tiyatro Açıkça' nın gösterisine hazırlanmaktaydık. Bu gece gösteri gecesi. Pazar akşamı da Antalya' ya doğru yola çıkıyorum. Perşembe' ye kadar Olympos, sonra Antalya' dayım bir müddet.
Olympos' tan döndükten sonra rahat rahat çalışırım Antalya' da, nasıl olsa ekipmanım yanımda. İstanbul' a, düzenlemeleri bitirmiş olarak bile dönerim belki.
Benim Mehmene' den uzak kaldığım bu süre boyunca, yoğun çalışan başka biri vardı neyse ki; Ece, albüm kapağı için çalışmalarını tam gaz sürdürüyor. Yalnız değiliz! Biri çalışamazken öbürü çalışıyor! :)
Ama itiraf etmek lazım ki, özledim Mehmene' yle uğraşmayı...
21 Haziran 2007 Perşembe
Sazlar Çalınır
19 Haziran 2007 Salı
Herşey Olur
18 Haziran 2007 Pazartesi
Ay Güzeli
Arzen Sultanı, ulaşılmaz bir güzellik. Kendini saklayan, kendini kıskanan bir güzellik.
Mehmene Banu, Arzen şehrinin en güçlü kadını olduğu kadar, en güzel kadınıdır da. Ne var ki, anladığım kadarıyla, bu güzellik başkalarıyla paylaşılmıyor. Yüce, erişilmez, insanüstü bir yerde tutuluyor. Mehmene Banu, ne kadar güzel olsa da, insanüstü güzellikte olabilir mi? Hayır! Onu bu mertebeye çıkaran, biraz da makamı ve tabii ki kendi etrafına ördüğü duvarlar.
Kendi etrafına ördüğü duvar? Şehvet, her ne kadar Mehmene Banu’ nun vurgulanan temel duygularından biri olsa da, bir de kendini koyduğu o Kaf Dağı’ nın tepesi var. Kendi güzelliğine olan hayranlığı, kimseyi kendine layık görmeyişi. Mehmene Banu narsist mi? Irmaktaki aksine vurulan Narcissos’ la aynı duyguları yaşadığı kesin, fakat bilinen anlamda narsist değil. Çünkü malumdur ki, narsist bir insan, başka insanların istek ve ihtiyaçlarına duyarsızdır. Fakat Mehmene, en azından kardeşi Şirin’ e karşı, inanılmaz derecede duyarlı. Zaten Mehmene’ nin hikayesini anlatılmaya değer kılan tek şey de kardeşine olan sevgisi ve bu sevginin sonuçları. Fakat bu, bir sonraki parçanın konusu. Biz Mehmene’ nin güzelliğine dönelim.
Sonuç olarak Mehmene’ nin güzelliği, ulaşılabilir, insancıl bir güzellik değil. Aksine çok uzak, çok yüce kabul edilen bir güzellik. Onun güzelliğine reaksiyon veren, ona aşık olmaya ve üstelik bunu göstermeye cesaret edebilen tek erkek Vezir, ki Vezir’ in hikayedeki yeri gerçekten çok ilginç. Bunun dışında, Müneccim de, Hekimbaşı da, Mehmene’ nin güzelliğine karşı kayıtsızlar. Nazım Hikmet yazarken bunu düşünmedi muhtemelen, fakat ben bu durumu, sultanın erişilmezliğine, onun gerçekten aşık olunacak, sevilecek normal bir kadın olarak görülmemesine bağlıyorum.
Bu yüzden Mehmene Banu’ nun güzelliğini, ulvi, destansı bir güzellik olarak ele alıp öyle işleyebiliriz.
Bu arada gözden kaçmaması gereken bir nokta da şu ki, bu güzelliği, Mehmene Banu’ yu var eden biricik şey. Zira, hayatta herkesin “kendi olarak” var olmasını sağlayacak bir şey var. Örneğin, benimki üretmektir. Anaç bir kadınınki, birilerine bakıp kollamak olabilir, ya da sportmen biri, kaslarını çalıştırıp geliştirdiği sürece “kendi olarak” vardır. Bazı insanlar sevildikleri zaman var olurlar, bazıları sevdikleri zaman. Onları var eden şeylerden yoksun oldukları zaman yine yaşarlar, hatta belki hayattan keyif de alırlar, ama “kendileri” değildirler artık. Onları özel kılan cevher gitmiş, ruhsuz bir kalıp kalmıştır geriye.
Mehmene’ yi de kendi olarak var eden, dış güzelliğidir. Ve saraya gelen büyücünün ondan istediği, onu var eden cevherdir aslında.
17 Haziran 2007 Pazar
Susuz Şehrin Sultanı
Oyunun başında, bir yanda Mehmene Banu’ nun sorumlu olduğu insanların susuzluktan sinekler gibi dökülüp ölmeleri, bir yanda da biricik kardeşi Şirin’ in ölümcül bir hastalığa yakalanmış olması var. Bütün bir şehre karşı bir tek kişi, ve Mehmene Banu için ağır basan, bu bir tek kişi oluyor o anda. O halde Mehmene Banu’ nun, halkını umursamayan, kötü bir hükümdar olduğunu düşünebilir miyiz?
Ben, kendi hesabıma, halkının başındaki susuzluk belasının, Mehmene Banu için ciddi bir baskı unsuru olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonuçta bu sorunu çözmek, hükümdar olarak onun görevidir, ve Mehmene Banu bunu başaramamıştır. Çözemediği bir sorunla karşı karşıya kalan insanın onu yok sayması gayet yaygın bir durum. Mehmene Banu da, bir ihtimal, kendisine hatırlatılmadıkça bu konu üzerinde kafa yormamayı tercih ediyor.
Madem Ferhad tek başına bu dağı yirmi yılda deliyor – aslında oyunda deldiğini görmüyoruz ama Nazım ilk önce delmesini ve suyun altında boğularak ölmesini düşünmüş - , yani eninde sonunda bu dağ delinebiliyor, o halde neden pek çok insan çalışıp daha kısa sürede delmiyor? Madem Demirdağ delinebiliyor, niçin Mehmene Banu bunun için gerekli düzenlemeyi yapmıyor? Acaba halkını gerçekten mi umursamıyor? Öte yandan, susuzluktan kırılan Arzenliler niçin bir girişimde bulunmuyorlar?
Eğer Mehmene Banu’ nun, halkını gerçekten umursamadığını kabul edersek, Demirdağ’ ın sultan üzerinde yarattığı baskıdan da söz edemeyiz, o zaman bu müziğin de anlatacak bir şeyi kalmaz. Ben, Mehmene Banu’ nun - başarılı olup olmadığı tartışılır ama - halkını umursayan bir hükümdar olduğunu kabul edip, tezlerimi bunun üzerine şekillendiriyorum.
Hayatta rastladığımız bir durumdur. İnsanlar bir şeylerden şikayet ederler. Aksilikler, engeller onların enerjisini çalar da çalar, ama yine de bunu çözmek için kesin bir hamle yapmazlar, bunların çözümsüz sorunlar olduğundan emindirler. İşte Ferhad’ ı diğer insanlardan ayıran ve onu kahraman yapan budur. Demirdağ’ ın delinebileceğine inanmasıdır. Hoş, inanmasaydı da, sadece aşkı için yapardı bunu. Ve belki de fazla akılcı düşünmeyi bir yana bırakıp Nizami Gencevi’ nin bilgeliğini ödünç alarak kabul etmeliyiz ki, kimselerin delemediği bu dağı Ferhad’ a deldiren, Şirin’ e olan aşkının gücüdür.
Ferhad ne şanslı ki ona bu gücü ve inancı veren aşkı var. Mehmene Banu’ ya ne yazık ki, o, böyle bir aşktan yoksun. Bu yüzden, Ferhad için savaşılacak ve çözülecek bir mesele olan Demirdağ, Mehmene Banu için çözümsüz bir düğüm. Bütün düşüncemi ve bu müziğin ana fikrini, Demirdağ’ ın Mehmene Banu üzerinde kurduğu baskıya dayandırıyorum. Zira, daha sonra Ferhad hayatına girdiği zaman, Mehmene Banu’ nun hayatında çözemediği ikinci bir düğüm oluyor ve bu kız çareyi ( ya da teselliyi ) iki çözümsüz sorununu birbiriyle çarpıştırmakta buluyor.
Olmazları olduran o aşktan yoksun, Mehmene Banu. Susuz Şehrin Sultanı. Albüme böyle başlamak, daha kardeşinin hastalığından dem vurmadan, Arzen arka planını anlatmak istedim, çünkü halkının susuzluğu, Demirdağ’ ın uğursuz gölgesi, Mehmene Banu’ nun karakterini belirleyen başlıca unsurlardan biridir fikrimce.
evet...
Ha onlar da lazım, illa ki lazım. Müziği yaratıyorsun ama düzenlemesini de yapmak zorundasın, müzisyenlere vereceğin notaları da yazmak zorundasın. Bir yandan yük ama bir yandan da güzel birşey çoğu işi benim yapıyor olmam. Müziği yazıyor, aranjmanları yapıyor, notaları hazırlıyor, kayıtları alıyorum, mixleri bile yapıyorum kendimce. Yine de iş bittiği zaman mix ve mastering için bilen birine götürmek şart...
Güzel, pek güzel bir haber: Ece' nin sınavları bitti, tatile girdi kendisi. Artık albümün görsel yanı da daha hızlı ilerleyecek gibi. Neler çıkacağını görmek için sabırsızlanıyorum.
Şimdi, blog yazmayı bitirince işe girişeceğim. Yeni birşey üretebileceğimi sanmıyorum ama yaptıklarımı notaya alsam o bile yeter. Şirin' in şarkısıyla başlayalım mesela, hem düzenlemesi de kaynar arada... Sade bir şey olacaktı zaten.
Albüm, tam anlamıyla müzik sayılamayacak, daha çok bir ses düzenlemesi olan "Prolog" la başlıyordu. Onun adını "Öndeyiş" olarak değiştirmeye karar verdim. Türkçe' mizi koruyalım, değil mi ama.