Zaman geçiyor. Nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil.
Onulmaz denen yaralar onuluyor.
Bitmez denen hikayeler bitiyor.
Her gün, her an, gizlide saklıda mucizeler gerçekleşiyor.
Zamanın şifalı nefesi üstümüzde esiyor.
Dönüşerek, değişerek, fani dünyada kendine karşılıklar bularak, Mehmene hep yanımda, benimle. "Bak, şimdi anladın mı beni?" diyor.
Anladım, diyorum.
Ama sen de merak etme, çünkü zamanın şifalı nefesi üstümüzde esiyor.
Gözünü açık tut, çünkü her gün, her an, gizlide saklıda mucizeler gerçekleşiyor.
5 Temmuz 2008 Cumartesi
Aşk Halleri
St. Petersburg seyahatinden hemen sonra yapmayı planladığım Antalya tatilinden vazgeçip evde kaldım. Okul ve sezon açıkken sorumluluklar ve angaryalar yüzünden yapamadıklarımı yapıyorum, bunların başında Mehmene geliyor. Temmuz sonuna kadar ortaya elle tutulur birşeyler çıkarırım diye ümit ediyorum.
İlk işim, çok sevdiğim Fer' le uğraşmaya başlamak oldu. Bu sene edindiğim tecrübeler ve bilgiler ışığında, en başta bir solo kanun parçası olarak ortaya çıkan Fer' i, kanun, kemençe, ney ve yaylı sazlar için düzenliyorum. Bu müzik, albümün 6. parçası. Kardeşi için güzelliğini feda ettikten onbir ay sonra, Mehmene Banu' nun Ferhad' a rastlayarak aşık oluşunu anlatıyor.
O, maşuğunu ilk görüş anı.
O, dünyanın birden bire bir toz bulutuyla kaplandığı, kimin ne olduğunun unutulduğu, o çok kısacık an, bir an zerresi.
Mehmene' nin kendi sultanlığını, Ferhad' ın nakkaşlığını, ve hatta kendi çirkinliğini henüz hatırlamayacak kadar şok olduğu o ilk aşka düşüş anı. Kendi dilinden: "Vallahi ben vuruldum..."
Fer' i çalışırken, hep çok nazlı, çok nazik, kırılgan, masum birşey olarak düşündüm bu ilk aşık olma anını. Mehmene' nin Ferhad' a olan hislerini ikiye ayırıp iki müzikte anlatmaya çalışmıştım, bunlardan biri işin en içgüdüsel ve yakıcı yanını anlatan "Şehvet(Nâr)", öbürü de en ulvi ve uçucu yanını anlatan Fer.(Işık) Sonuçta istediğim saflığı, kırılgan ama umut dolu hali yakalayabildiğimi düşünüyorum. Ne var ki bu duygu, bu ümit etme, bu arzu etme, bu kırılgan beğenilme isteği, olayların sonrasını düşününce beni gerçekten üzüyor.
Sormak lazım, aşkın doğasında mutluluk var mı? Yoksa aşk dediğimiz, zaten imkansızlıklar ve mücadelelerden mi besleniyor? İnsan elde ettiği birine aşık olmayı sürdürebilir mi?
Galiba hayır, ama yine de olacağı, olabileceği ümidini kalbimizin bir yerinde taşımaktan asla vazgeçmiyoruz.
Bu da yetişkinlerin masalı. " Ya olursa? "
İlk işim, çok sevdiğim Fer' le uğraşmaya başlamak oldu. Bu sene edindiğim tecrübeler ve bilgiler ışığında, en başta bir solo kanun parçası olarak ortaya çıkan Fer' i, kanun, kemençe, ney ve yaylı sazlar için düzenliyorum. Bu müzik, albümün 6. parçası. Kardeşi için güzelliğini feda ettikten onbir ay sonra, Mehmene Banu' nun Ferhad' a rastlayarak aşık oluşunu anlatıyor.
O, maşuğunu ilk görüş anı.
O, dünyanın birden bire bir toz bulutuyla kaplandığı, kimin ne olduğunun unutulduğu, o çok kısacık an, bir an zerresi.
Mehmene' nin kendi sultanlığını, Ferhad' ın nakkaşlığını, ve hatta kendi çirkinliğini henüz hatırlamayacak kadar şok olduğu o ilk aşka düşüş anı. Kendi dilinden: "Vallahi ben vuruldum..."
Fer' i çalışırken, hep çok nazlı, çok nazik, kırılgan, masum birşey olarak düşündüm bu ilk aşık olma anını. Mehmene' nin Ferhad' a olan hislerini ikiye ayırıp iki müzikte anlatmaya çalışmıştım, bunlardan biri işin en içgüdüsel ve yakıcı yanını anlatan "Şehvet(Nâr)", öbürü de en ulvi ve uçucu yanını anlatan Fer.(Işık) Sonuçta istediğim saflığı, kırılgan ama umut dolu hali yakalayabildiğimi düşünüyorum. Ne var ki bu duygu, bu ümit etme, bu arzu etme, bu kırılgan beğenilme isteği, olayların sonrasını düşününce beni gerçekten üzüyor.
Sormak lazım, aşkın doğasında mutluluk var mı? Yoksa aşk dediğimiz, zaten imkansızlıklar ve mücadelelerden mi besleniyor? İnsan elde ettiği birine aşık olmayı sürdürebilir mi?
Galiba hayır, ama yine de olacağı, olabileceği ümidini kalbimizin bir yerinde taşımaktan asla vazgeçmiyoruz.
Bu da yetişkinlerin masalı. " Ya olursa? "
5 Haziran 2008 Perşembe
23 Mayıs 2008 Cuma
24 Şubat 2008 Pazar
Nakış
O artık, kaşımdaki yara izi kadar benden. Ayrılmaz bir parçam benim.
Sevgi, aşk, fedakârlık, kendini sorgulama gücü, "öteki olma" nın ağırlığı, bilgelik, var olmak, yok olmak, kadın olmak, iktidar sahibi olmak, yine de kurban olmak, açık kalplilik, yüce gönüllülük, zayıflık, pişmanlık, beğenilme arzusu, fer, had, bir heyhât nidası, bir sükunet ninnisi, bizi saklayan maskeler, maskelerin arkasındaki gerçek ruhlar, kaybedilenlere bir ağıt, sunulan hediyelere bir gazel...
Hepsi ve daha nicesi, artık benim üzerimde silinmez bir iz.
Ve gerçek, mecaz da değil üstelik!
*****
* Burçak Demir' e teşekkür :)
18 Şubat 2008 Pazartesi
11 Şubat 2008 Pazartesi
Şehvet
Zifiri karanlık içinde, kütürdeyen bir nar gibi ateş, testiden akan şarap gibi yalaz, zindanda kırılan kemiklerin acı dolu tok sesi gibi şehvet.
O denli şehvet ki, yatağında akamazsa cümle ağaçları kökünden sökecek, cümle hayvanları boğup öldürecek. O denli şehvet ki, Mehmene Banu böylesine kalbi, beyni, bedeni dağlanarak ıstırap çekmektense ölmeyi isteyecek.
Ay Kız’ ın bedeni, susuz Arzen toprağı gibi kavrulurken. Kafasının içinde, insan kızları ve oğullarının en kadim tutkusu, sevdiğinin bedenine olan hasret, kara zehir saçan bir muska. Kalbini delip geçen, en kızıl ağıçiçeklerinin sapları. Mehmene Banu, öylesine tepeden tırnağa şehvet, öylesine derinden yükselen bir çığlık, öylesine yüksekten düşen bir yıldırım.
O denli şehvet ki, Mâh’ a, Ferhad’ dan başka hiçbir tenin tuzu fayda etmeyecek.
O denli şehvet ki, yatağında akamazsa cümle ağaçları kökünden sökecek, cümle hayvanları boğup öldürecek. O denli şehvet ki, Mehmene Banu böylesine kalbi, beyni, bedeni dağlanarak ıstırap çekmektense ölmeyi isteyecek.
Ay Kız’ ın bedeni, susuz Arzen toprağı gibi kavrulurken. Kafasının içinde, insan kızları ve oğullarının en kadim tutkusu, sevdiğinin bedenine olan hasret, kara zehir saçan bir muska. Kalbini delip geçen, en kızıl ağıçiçeklerinin sapları. Mehmene Banu, öylesine tepeden tırnağa şehvet, öylesine derinden yükselen bir çığlık, öylesine yüksekten düşen bir yıldırım.
O denli şehvet ki, Mâh’ a, Ferhad’ dan başka hiçbir tenin tuzu fayda etmeyecek.
4 Şubat 2008 Pazartesi
Şartınız Kabulüm...
Bir olay, bir replik var ki, oyunun hem başında, hem sonunda tekrarlanıyor.
"Şartınız kabulüm..."
Değişen şu ki, birincisinde şartı kabul eden Mehmene Banu. Şart koyan, "Gelen" büyücü. Mehmene, Gelen' e "Şartın kabulüm" diyor.
İkincisinde kabul eden Ferhad. Şart koyan Mehmene Banu. Ferhad, Mehmene' ye "Şartınız kabulüm." diyor.
Değişmeyen şu ki, iki şart da Şirin için, Şirin uğruna konuyor ve kabul ediliyor.
Sultan ve nakkaş, aşık ve maşuk, muktedir ve muhalif, farkında olmadan ve fark edilmeden aynı safta yer alıyorlar. İkisi de Şirin' i seviyor, ve onun için akıl almaz büyüklükte bir fedakârlıkta bulunuyorlar.
Bu durum bana hep düşündürmüştür ki, Mehmene Banu' nun Ferhad' ı dağa yollama sebebi, sadece ona duyduğu çaresiz aşk değildir. Ay Kız' ın en büyük derdi, kardeşi için yaptığı fedakârlık ve bu yüzden çektiği acı. Pişman olma korkusu. Bu yüzden diyorum ki, belki de bir anlamda Ferhad' ı sınıyor. Kişisel bir mesele bile değil. "Benden başka biri de bu kadar büyük bir fedakârlık yapar mıydı?"
Dadı' ya sordu, istediği cevabı alamadı. Şirin' e sordu, "Pişman olur muydun?" diye, Şirin "Evet, olurdum." dedi. Ferhad' a koştuğu şartla, aslında ona da aynı soruyu sormuş oluyor: "Bu kadar büyük bir fedakarlık yapılır mı?" Ferhad' ın cevabı, Mehmene için o an değilse de uzun vadede rahatlatıcı olsa gerek. "Şartınız kabulüm..."
Evet, bu kadar büyük bir fedakârlık yapılır.
Evet, bir insan bu derece sevilebilir.
"Şartınız kabulüm..."
Değişen şu ki, birincisinde şartı kabul eden Mehmene Banu. Şart koyan, "Gelen" büyücü. Mehmene, Gelen' e "Şartın kabulüm" diyor.
İkincisinde kabul eden Ferhad. Şart koyan Mehmene Banu. Ferhad, Mehmene' ye "Şartınız kabulüm." diyor.
Değişmeyen şu ki, iki şart da Şirin için, Şirin uğruna konuyor ve kabul ediliyor.
Sultan ve nakkaş, aşık ve maşuk, muktedir ve muhalif, farkında olmadan ve fark edilmeden aynı safta yer alıyorlar. İkisi de Şirin' i seviyor, ve onun için akıl almaz büyüklükte bir fedakârlıkta bulunuyorlar.
Bu durum bana hep düşündürmüştür ki, Mehmene Banu' nun Ferhad' ı dağa yollama sebebi, sadece ona duyduğu çaresiz aşk değildir. Ay Kız' ın en büyük derdi, kardeşi için yaptığı fedakârlık ve bu yüzden çektiği acı. Pişman olma korkusu. Bu yüzden diyorum ki, belki de bir anlamda Ferhad' ı sınıyor. Kişisel bir mesele bile değil. "Benden başka biri de bu kadar büyük bir fedakârlık yapar mıydı?"
Dadı' ya sordu, istediği cevabı alamadı. Şirin' e sordu, "Pişman olur muydun?" diye, Şirin "Evet, olurdum." dedi. Ferhad' a koştuğu şartla, aslında ona da aynı soruyu sormuş oluyor: "Bu kadar büyük bir fedakarlık yapılır mı?" Ferhad' ın cevabı, Mehmene için o an değilse de uzun vadede rahatlatıcı olsa gerek. "Şartınız kabulüm..."
Evet, bu kadar büyük bir fedakârlık yapılır.
Evet, bir insan bu derece sevilebilir.
27 Ocak 2008 Pazar
Oyuncunun Sesi
Önce cümleleri ayırarak başladım.
Mehmene Banu' nun her bir cümlesini oyunun kaydından çektim, .wav dosyası haline getirdim.
Bu dosyaları da bir örnekleyiciye ( sampler ) yerleştirdim, midi klavyeye bağladım ve her bir tuşundan ayrı bir Mehmene cümlesi çıkan orjinal bir Mehmene Makinesi ürettim.
İlk deli uğraşım bu oldu.
Sonra, "Şehvet" için oyundaki bütün "Ferhad" deyişlerini ayıkladım. "Ferhad' ı" "Ferhad' a" lar da dahil, kullanılabilecek durumda 13 ayrı Ferhad tonlaması buldum.
Şimdi, kelimeleri de parçalıyorum. Anlamsızlaşana kadar. Sadece ses dalgalanmalarıyla ilgilenmeye başladım. Bana sorarsanız, bir müzisyen için bir şarkıcıdan çok bir oyuncunun sesi ilham verici olabiliyor. Zira şarkının sınırları öyle ya da böyle, bellidir. Çünkü şarkıda, müziği keşfetmeniz gerekmez, ortada, herkesin kullanımına açıktır. Oysa iyi konuşan bir oyuncunun sesinde müzik gizlidir. Bayılırım konuşmanın müziğine. Aslında amaç ezgi yaratmak değil ama ezgi kendiliğinden doğuyor. Başka, bambaşka bir müzik anlayışı.
İyi dinlemek lazım. Oyuncunun sesi insana nice kapılar açıyor.
Mehmene Banu' nun her bir cümlesini oyunun kaydından çektim, .wav dosyası haline getirdim.
Bu dosyaları da bir örnekleyiciye ( sampler ) yerleştirdim, midi klavyeye bağladım ve her bir tuşundan ayrı bir Mehmene cümlesi çıkan orjinal bir Mehmene Makinesi ürettim.
İlk deli uğraşım bu oldu.
Sonra, "Şehvet" için oyundaki bütün "Ferhad" deyişlerini ayıkladım. "Ferhad' ı" "Ferhad' a" lar da dahil, kullanılabilecek durumda 13 ayrı Ferhad tonlaması buldum.
Şimdi, kelimeleri de parçalıyorum. Anlamsızlaşana kadar. Sadece ses dalgalanmalarıyla ilgilenmeye başladım. Bana sorarsanız, bir müzisyen için bir şarkıcıdan çok bir oyuncunun sesi ilham verici olabiliyor. Zira şarkının sınırları öyle ya da böyle, bellidir. Çünkü şarkıda, müziği keşfetmeniz gerekmez, ortada, herkesin kullanımına açıktır. Oysa iyi konuşan bir oyuncunun sesinde müzik gizlidir. Bayılırım konuşmanın müziğine. Aslında amaç ezgi yaratmak değil ama ezgi kendiliğinden doğuyor. Başka, bambaşka bir müzik anlayışı.
İyi dinlemek lazım. Oyuncunun sesi insana nice kapılar açıyor.
23 Ocak 2008 Çarşamba
Yeniden
Hemen hemen bütün vaktimi ve enerjimi alan prova dönemini geride bıraktık, ve Tiyatro Açıkça' da Midirfillik Oyunu' nu çıkardık.
Prömiyerin ertesi günü o kadar hafiflemiş haldeydim ki, yeni evime taşındım taşınalı ( yani Eylül' den beri ) yapmadığım bir şeyi yapıp parka gittim, Boğaz' a karşı yürüyüş yaptım, ağaçlara dokundum, bankta sırıta sırıta oturdum.
Aynı şekilde, okuldaki final sınavları da geçtiğimiz hafta bitti. Bu hafta da Pera bitiyor. Çok iyi sonuçlar aldığımı söyleyemem ama giden gider kalan sağlar bizimdir diyorum artık, ne yapalım.
Haftabaşından beri de gel keyfim gel, evde yatıyorum. Evde yatışımın üçüncü gününde, yani bugün, Mehmene dosyalarımı tekrar açtım. Müzikleri oluşturalı daha bir sene bile olmadı ama benim müzikal anlayışım şimdiden değişmiş. Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı diye didikleyip duruyorum. Hemen her parçaya baştan şöyle bir ince ayar çekeceğiz belli ki.
En zoru da, zaten iyi sonuç aldığınız bir müziği tekrar didiklemek. Bir kere insan kendinde o enerjiyi her zaman bulamıyor. Bu haliyle kalsın diyor ama bir yandan da hissediyor ki, daha iyisi olabilir. Projenin tamamından ne beklediğinizle alakalı belki de daha iyisini yapıp yapmayacağınız.
En baştan, Öndeyiş' ten başladım. Öndeyiş' te, geliştirilen müzikal temalar değil, ses düzenlemeleri var. Mehmene Banu' nun bütün repliklerinden ve bazı efektif seslerden oluşan bir parça. Kolaya kaçmak işten değil, koy alta ritmik alt yapı, ver üstüne replikleri, iki yaylı, iki de efekt, olsun sana Öndeyiş. Ama öyle olmaz işte.
Ben biraz bu konuda takılacağım gibi.
Selamlar sevgiler.
Prömiyerin ertesi günü o kadar hafiflemiş haldeydim ki, yeni evime taşındım taşınalı ( yani Eylül' den beri ) yapmadığım bir şeyi yapıp parka gittim, Boğaz' a karşı yürüyüş yaptım, ağaçlara dokundum, bankta sırıta sırıta oturdum.
Aynı şekilde, okuldaki final sınavları da geçtiğimiz hafta bitti. Bu hafta da Pera bitiyor. Çok iyi sonuçlar aldığımı söyleyemem ama giden gider kalan sağlar bizimdir diyorum artık, ne yapalım.
Haftabaşından beri de gel keyfim gel, evde yatıyorum. Evde yatışımın üçüncü gününde, yani bugün, Mehmene dosyalarımı tekrar açtım. Müzikleri oluşturalı daha bir sene bile olmadı ama benim müzikal anlayışım şimdiden değişmiş. Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı diye didikleyip duruyorum. Hemen her parçaya baştan şöyle bir ince ayar çekeceğiz belli ki.
En zoru da, zaten iyi sonuç aldığınız bir müziği tekrar didiklemek. Bir kere insan kendinde o enerjiyi her zaman bulamıyor. Bu haliyle kalsın diyor ama bir yandan da hissediyor ki, daha iyisi olabilir. Projenin tamamından ne beklediğinizle alakalı belki de daha iyisini yapıp yapmayacağınız.
En baştan, Öndeyiş' ten başladım. Öndeyiş' te, geliştirilen müzikal temalar değil, ses düzenlemeleri var. Mehmene Banu' nun bütün repliklerinden ve bazı efektif seslerden oluşan bir parça. Kolaya kaçmak işten değil, koy alta ritmik alt yapı, ver üstüne replikleri, iki yaylı, iki de efekt, olsun sana Öndeyiş. Ama öyle olmaz işte.
Ben biraz bu konuda takılacağım gibi.
Selamlar sevgiler.
10 Ocak 2008 Perşembe
Farkındalık
...
Aslında esas ilginç olan, Ümit Denizer' in Mehmene Banu' suyla, Nazım Hikmet' in Mehmene Banu' sunun birbirinden bütünüyle farklı karakterler olmalarıdır. Aslında biri dramatik, öbürü epik ( kendileri seyirlik diyorlar ) oyun olduğu için net bir farklılık zaten söz konusu. Nazım' ın dramatik hikayesinde iyisiyle, kötüsüyle etten kemikten bir insan olan Mehmene Banu, Denizer' in epik yorumunda iktidarı ve zulmü simgeleyen bir kötü kadın tipidir.
Güzelliği feda etme olgusunu saymıyorum bile, o bütünüyle Nazım Hikmet Mehmenesi' ne, bizim üzerinde çalıştığımız Mehmene' ye ait birşey. Fakat bence, bütün bunların dışında iki karakter arasındaki en büyük fark şudur ki; Denizer Mehmenesi, bütün tepkilerini içgüdüleriyle verir. Ferhad ile Şirin' in birbirlerine aşık olduklarını öğrendiği zaman, hemen ikisini de zindana attırır, onlara yardım eden Dadı' yı öldürtür. Sonra Ferhad' ı dağa yolladığı zaman, onun ve Şirin' in kararlı tutumları karşısında içten içe tükenir. Oyunun sonuna doğru çıldırır, bir cinnet geçirerek kendini sarayın penceresinden aşağı atar. Bir kez olsun yaptıkları, karşılaştıkları üzerinde kafa yormaksızın ( kendisini uyaran Vezir' e rağmen ), acı çekmeyi ve çektirmeyi dayatır.
Nazım Mehmenesi ise, sonuna kadar ona acı veren bir "bilinç hali"ndedir. İşte bu "bilinç", bizim Mehmene' mizi biricik yapar. Kardeşi için güzelliğini feda ederken de, Ferhad' a aşık olurken de, onu kardeşinden kıskanırken, kardeşini öldürmek isterken, Ferhad' ı dağa yollarken de, yaptıklarının tamamıyla bilincinde ve her an sorgular haldedir. Bütün kararları ölçülüp biçilmiştir; uzun uzun düşünülmüş, başka alternatifler tartılmış ve sonuca ulaşılmıştır.
Onun hikayesini bence bu kadar değerli kılan en önemli etkenlerden biri işte budur. Mehmene Banu, kendi seçimlerinin sonuçlarını, büyük bir farkındalıkla, "farkında olmanın" dayanılmaz ağırlığını taşıyarak yaşar ve yeni kararlarını da bu farkındalık ışığında verir.
Aslında Ferhad, nasıl ki Nazım Hikmet' in vatan sevgisiyle dolu, toplum için kendini feda eden şovalye ruhunu birebir yansıtıyorsa, Mehmene Banu da onun aydınlık zihnini, insani kusurlarla güzelleşen dürüst ve açık kalbini aynen yansıtmaktadır.
Aslında esas ilginç olan, Ümit Denizer' in Mehmene Banu' suyla, Nazım Hikmet' in Mehmene Banu' sunun birbirinden bütünüyle farklı karakterler olmalarıdır. Aslında biri dramatik, öbürü epik ( kendileri seyirlik diyorlar ) oyun olduğu için net bir farklılık zaten söz konusu. Nazım' ın dramatik hikayesinde iyisiyle, kötüsüyle etten kemikten bir insan olan Mehmene Banu, Denizer' in epik yorumunda iktidarı ve zulmü simgeleyen bir kötü kadın tipidir.
Güzelliği feda etme olgusunu saymıyorum bile, o bütünüyle Nazım Hikmet Mehmenesi' ne, bizim üzerinde çalıştığımız Mehmene' ye ait birşey. Fakat bence, bütün bunların dışında iki karakter arasındaki en büyük fark şudur ki; Denizer Mehmenesi, bütün tepkilerini içgüdüleriyle verir. Ferhad ile Şirin' in birbirlerine aşık olduklarını öğrendiği zaman, hemen ikisini de zindana attırır, onlara yardım eden Dadı' yı öldürtür. Sonra Ferhad' ı dağa yolladığı zaman, onun ve Şirin' in kararlı tutumları karşısında içten içe tükenir. Oyunun sonuna doğru çıldırır, bir cinnet geçirerek kendini sarayın penceresinden aşağı atar. Bir kez olsun yaptıkları, karşılaştıkları üzerinde kafa yormaksızın ( kendisini uyaran Vezir' e rağmen ), acı çekmeyi ve çektirmeyi dayatır.
Nazım Mehmenesi ise, sonuna kadar ona acı veren bir "bilinç hali"ndedir. İşte bu "bilinç", bizim Mehmene' mizi biricik yapar. Kardeşi için güzelliğini feda ederken de, Ferhad' a aşık olurken de, onu kardeşinden kıskanırken, kardeşini öldürmek isterken, Ferhad' ı dağa yollarken de, yaptıklarının tamamıyla bilincinde ve her an sorgular haldedir. Bütün kararları ölçülüp biçilmiştir; uzun uzun düşünülmüş, başka alternatifler tartılmış ve sonuca ulaşılmıştır.
Onun hikayesini bence bu kadar değerli kılan en önemli etkenlerden biri işte budur. Mehmene Banu, kendi seçimlerinin sonuçlarını, büyük bir farkındalıkla, "farkında olmanın" dayanılmaz ağırlığını taşıyarak yaşar ve yeni kararlarını da bu farkındalık ışığında verir.
Aslında Ferhad, nasıl ki Nazım Hikmet' in vatan sevgisiyle dolu, toplum için kendini feda eden şovalye ruhunu birebir yansıtıyorsa, Mehmene Banu da onun aydınlık zihnini, insani kusurlarla güzelleşen dürüst ve açık kalbini aynen yansıtmaktadır.
AÇOK
Geçtiğimiz pazar, tiyatroda özel bir gün yaşadık.
Turgut Denizer Hoca ve eşi, provamızı izlemeye geldiler.
Turgut Denizer, Ümit Denizer ve Cemal Ünlü, Muhsin Ertuğrul' un katkıda bulunduğu son topluluk olan AÇOK' un kurucuları. AÇOK, yani Anadolu Çocuk Oyunları Kolu' nun oyunlarına ben yetişemedim ama şimdi, kökü bu topluluğa dayanan Tiyatro Açıkça' nın bir üyesiyim. İsmini gerek Açıkça' daki hocalarımdan, gerek farklı tiyatro kaynaklarından pek çok kez duyduğum bir ismin atölyemize gelip provamıza katılması, unutulmayacak bir anı oldu benim için.
Aslında Turgut Denizer ve Ümit Denizer isimlerini öğrenişim, ilginç biçimde bundan çok öncesine, 12 yaşıma denk geliyor. Ortaokula başladığım sene, aktif olarak tiyatroyla uğraşmaya da başlamıştım. Okul kütüphanesinde, genelini Mitos Boyut Yayınları' nın toplu oyunlar serisinin oluşturduğu bir tiyatro bölümü vardı, haliyle oraya dadanmıştım. Bir gün orada, Ümit Denizer' in yazdığı Ferhad ile Şirin' i buldum. Sürüklenerek okuduğumu, hatta derste de okumaya devam ettiğim için hocanın sorduğu soruya cevap veremediğimi hatırlıyorum, ve ta o zamandan, Mehmene Banu repliklerini fosforlu kalemle çizdiğimi...
Hayatta olaylar birbirine çok değişik şekillerde bağlanıyor. O zaman AÇOK' ta Ustabaşı rolünü, Ragıp Yavuz oynamış. Seneler sonra Nazım' ın Ferhad ile Şirin' ini Şehir Tiyatroları' nda sahneye koymuş ve ben izlemişim. Aslında bir açıdan, bugün benim Açıkça' da olmamın sebebi de bu oyun. Üzerinde aşkla çalıştığım Mehmene' nin kaynağı da bu oyun. Ragıp Yavuz da AÇOK kökenli olduğuna göre, herşeyin başı AÇOK ve AÇOK' un kurucularıdır diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz.
Turgut Denizer Hoca ve eşi, provamızı izlemeye geldiler.
Turgut Denizer, Ümit Denizer ve Cemal Ünlü, Muhsin Ertuğrul' un katkıda bulunduğu son topluluk olan AÇOK' un kurucuları. AÇOK, yani Anadolu Çocuk Oyunları Kolu' nun oyunlarına ben yetişemedim ama şimdi, kökü bu topluluğa dayanan Tiyatro Açıkça' nın bir üyesiyim. İsmini gerek Açıkça' daki hocalarımdan, gerek farklı tiyatro kaynaklarından pek çok kez duyduğum bir ismin atölyemize gelip provamıza katılması, unutulmayacak bir anı oldu benim için.
Aslında Turgut Denizer ve Ümit Denizer isimlerini öğrenişim, ilginç biçimde bundan çok öncesine, 12 yaşıma denk geliyor. Ortaokula başladığım sene, aktif olarak tiyatroyla uğraşmaya da başlamıştım. Okul kütüphanesinde, genelini Mitos Boyut Yayınları' nın toplu oyunlar serisinin oluşturduğu bir tiyatro bölümü vardı, haliyle oraya dadanmıştım. Bir gün orada, Ümit Denizer' in yazdığı Ferhad ile Şirin' i buldum. Sürüklenerek okuduğumu, hatta derste de okumaya devam ettiğim için hocanın sorduğu soruya cevap veremediğimi hatırlıyorum, ve ta o zamandan, Mehmene Banu repliklerini fosforlu kalemle çizdiğimi...
Hayatta olaylar birbirine çok değişik şekillerde bağlanıyor. O zaman AÇOK' ta Ustabaşı rolünü, Ragıp Yavuz oynamış. Seneler sonra Nazım' ın Ferhad ile Şirin' ini Şehir Tiyatroları' nda sahneye koymuş ve ben izlemişim. Aslında bir açıdan, bugün benim Açıkça' da olmamın sebebi de bu oyun. Üzerinde aşkla çalıştığım Mehmene' nin kaynağı da bu oyun. Ragıp Yavuz da AÇOK kökenli olduğuna göre, herşeyin başı AÇOK ve AÇOK' un kurucularıdır diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz.
4 Ocak 2008 Cuma
Nazım' a Selam
Moskova' dayım.
Nazım Hikmet' e selamlarımı ve teşekkürlerimi getirdim.
Onun sözü, bugünün gençlerine eskiden kalan romantik bir masal gibi gelir. Bunu Ferhad ile Şirin' in mesajı için de düşünmüştüm. "Toplumun iyiliği için bireyin kendini feda etmesi" fikri, bugünün bireysel dünyasında geçerliliğini hemen hemen kaybetmiş durumda.
Benim hayatımın merkezine oturttuğum Mehmene' nin hikayesi, bütün bir Nazım Hikmet literatürü içinde küçücük bir yer kaplıyor aslında. Tek başına bir hikaye bile değil, bir hikayenin parçası. Kardeşi için güzelliğini feda edip, sonra onun sevgilisine aşık olan Arzen Sultanı' nın hikayesi, Nazım' ın bu yorumu, onun yüzlerce yıllık efsaneye verdiği müthiş bir hediye bana sorarsanız.
İşte ben de, içinde yaşadığım çağın bir ürünü olarak, Ferhad' ın toplum için kendini feda etme hikayesinden çok, Mehmene' nin kişisel aşk hikayesini ilgi çekici buluyorum. Ama suç bende değil, Nazım' da. Mehmene' ye böylesine dokunaklı bir kader yazmayacaktı, fedakarlığın en büyüğünü onun omzuna yüklemeyecekti, bizi üzmeyecekti.
Nazım Hikmet' e selamlarımı ve teşekkürlerimi getirdim.
Onun sözü, bugünün gençlerine eskiden kalan romantik bir masal gibi gelir. Bunu Ferhad ile Şirin' in mesajı için de düşünmüştüm. "Toplumun iyiliği için bireyin kendini feda etmesi" fikri, bugünün bireysel dünyasında geçerliliğini hemen hemen kaybetmiş durumda.
Benim hayatımın merkezine oturttuğum Mehmene' nin hikayesi, bütün bir Nazım Hikmet literatürü içinde küçücük bir yer kaplıyor aslında. Tek başına bir hikaye bile değil, bir hikayenin parçası. Kardeşi için güzelliğini feda edip, sonra onun sevgilisine aşık olan Arzen Sultanı' nın hikayesi, Nazım' ın bu yorumu, onun yüzlerce yıllık efsaneye verdiği müthiş bir hediye bana sorarsanız.
İşte ben de, içinde yaşadığım çağın bir ürünü olarak, Ferhad' ın toplum için kendini feda etme hikayesinden çok, Mehmene' nin kişisel aşk hikayesini ilgi çekici buluyorum. Ama suç bende değil, Nazım' da. Mehmene' ye böylesine dokunaklı bir kader yazmayacaktı, fedakarlığın en büyüğünü onun omzuna yüklemeyecekti, bizi üzmeyecekti.
2 Ocak 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)