"Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum."

_

27 Ocak 2008 Pazar

Oyuncunun Sesi

Önce cümleleri ayırarak başladım.

Mehmene Banu' nun her bir cümlesini oyunun kaydından çektim, .wav dosyası haline getirdim.

Bu dosyaları da bir örnekleyiciye ( sampler ) yerleştirdim, midi klavyeye bağladım ve her bir tuşundan ayrı bir Mehmene cümlesi çıkan orjinal bir Mehmene Makinesi ürettim.

İlk deli uğraşım bu oldu.

Sonra, "Şehvet" için oyundaki bütün "Ferhad" deyişlerini ayıkladım. "Ferhad' ı" "Ferhad' a" lar da dahil, kullanılabilecek durumda 13 ayrı Ferhad tonlaması buldum.

Şimdi, kelimeleri de parçalıyorum. Anlamsızlaşana kadar. Sadece ses dalgalanmalarıyla ilgilenmeye başladım. Bana sorarsanız, bir müzisyen için bir şarkıcıdan çok bir oyuncunun sesi ilham verici olabiliyor. Zira şarkının sınırları öyle ya da böyle, bellidir. Çünkü şarkıda, müziği keşfetmeniz gerekmez, ortada, herkesin kullanımına açıktır. Oysa iyi konuşan bir oyuncunun sesinde müzik gizlidir. Bayılırım konuşmanın müziğine. Aslında amaç ezgi yaratmak değil ama ezgi kendiliğinden doğuyor. Başka, bambaşka bir müzik anlayışı.

İyi dinlemek lazım. Oyuncunun sesi insana nice kapılar açıyor.

23 Ocak 2008 Çarşamba

Yeniden

Hemen hemen bütün vaktimi ve enerjimi alan prova dönemini geride bıraktık, ve Tiyatro Açıkça' da Midirfillik Oyunu' nu çıkardık.

Prömiyerin ertesi günü o kadar hafiflemiş haldeydim ki, yeni evime taşındım taşınalı ( yani Eylül' den beri ) yapmadığım bir şeyi yapıp parka gittim, Boğaz' a karşı yürüyüş yaptım, ağaçlara dokundum, bankta sırıta sırıta oturdum.

Aynı şekilde, okuldaki final sınavları da geçtiğimiz hafta bitti. Bu hafta da Pera bitiyor. Çok iyi sonuçlar aldığımı söyleyemem ama giden gider kalan sağlar bizimdir diyorum artık, ne yapalım.

Haftabaşından beri de gel keyfim gel, evde yatıyorum. Evde yatışımın üçüncü gününde, yani bugün, Mehmene dosyalarımı tekrar açtım. Müzikleri oluşturalı daha bir sene bile olmadı ama benim müzikal anlayışım şimdiden değişmiş. Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı diye didikleyip duruyorum. Hemen her parçaya baştan şöyle bir ince ayar çekeceğiz belli ki.

En zoru da, zaten iyi sonuç aldığınız bir müziği tekrar didiklemek. Bir kere insan kendinde o enerjiyi her zaman bulamıyor. Bu haliyle kalsın diyor ama bir yandan da hissediyor ki, daha iyisi olabilir. Projenin tamamından ne beklediğinizle alakalı belki de daha iyisini yapıp yapmayacağınız.

En baştan, Öndeyiş' ten başladım. Öndeyiş' te, geliştirilen müzikal temalar değil, ses düzenlemeleri var. Mehmene Banu' nun bütün repliklerinden ve bazı efektif seslerden oluşan bir parça. Kolaya kaçmak işten değil, koy alta ritmik alt yapı, ver üstüne replikleri, iki yaylı, iki de efekt, olsun sana Öndeyiş. Ama öyle olmaz işte.

Ben biraz bu konuda takılacağım gibi.

Selamlar sevgiler.

10 Ocak 2008 Perşembe

Farkındalık

...

Aslında esas ilginç olan, Ümit Denizer' in Mehmene Banu' suyla, Nazım Hikmet' in Mehmene Banu' sunun birbirinden bütünüyle farklı karakterler olmalarıdır. Aslında biri dramatik, öbürü epik ( kendileri seyirlik diyorlar ) oyun olduğu için net bir farklılık zaten söz konusu. Nazım' ın dramatik hikayesinde iyisiyle, kötüsüyle etten kemikten bir insan olan Mehmene Banu, Denizer' in epik yorumunda iktidarı ve zulmü simgeleyen bir kötü kadın tipidir.

Güzelliği feda etme olgusunu saymıyorum bile, o bütünüyle Nazım Hikmet Mehmenesi' ne, bizim üzerinde çalıştığımız Mehmene' ye ait birşey. Fakat bence, bütün bunların dışında iki karakter arasındaki en büyük fark şudur ki; Denizer Mehmenesi, bütün tepkilerini içgüdüleriyle verir. Ferhad ile Şirin' in birbirlerine aşık olduklarını öğrendiği zaman, hemen ikisini de zindana attırır, onlara yardım eden Dadı' yı öldürtür. Sonra Ferhad' ı dağa yolladığı zaman, onun ve Şirin' in kararlı tutumları karşısında içten içe tükenir. Oyunun sonuna doğru çıldırır, bir cinnet geçirerek kendini sarayın penceresinden aşağı atar. Bir kez olsun yaptıkları, karşılaştıkları üzerinde kafa yormaksızın ( kendisini uyaran Vezir' e rağmen ), acı çekmeyi ve çektirmeyi dayatır.


Nazım Mehmenesi ise, sonuna kadar ona acı veren bir "bilinç hali"ndedir. İşte bu "bilinç", bizim Mehmene' mizi biricik yapar. Kardeşi için güzelliğini feda ederken de, Ferhad' a aşık olurken de, onu kardeşinden kıskanırken, kardeşini öldürmek isterken, Ferhad' ı dağa yollarken de, yaptıklarının tamamıyla bilincinde ve her an sorgular haldedir. Bütün kararları ölçülüp biçilmiştir; uzun uzun düşünülmüş, başka alternatifler tartılmış ve sonuca ulaşılmıştır.

Onun hikayesini bence bu kadar değerli kılan en önemli etkenlerden biri işte budur. Mehmene Banu, kendi seçimlerinin sonuçlarını, büyük bir farkındalıkla, "farkında olmanın" dayanılmaz ağırlığını taşıyarak yaşar ve yeni kararlarını da bu farkındalık ışığında verir.

Aslında Ferhad, nasıl ki Nazım Hikmet' in vatan sevgisiyle dolu, toplum için kendini feda eden şovalye ruhunu birebir yansıtıyorsa, Mehmene Banu da onun aydınlık zihnini, insani kusurlarla güzelleşen dürüst ve açık kalbini aynen yansıtmaktadır.

AÇOK

Geçtiğimiz pazar, tiyatroda özel bir gün yaşadık.

Turgut Denizer Hoca ve eşi, provamızı izlemeye geldiler.

Turgut Denizer, Ümit Denizer ve Cemal Ünlü, Muhsin Ertuğrul' un katkıda bulunduğu son topluluk olan AÇOK' un kurucuları. AÇOK, yani Anadolu Çocuk Oyunları Kolu' nun oyunlarına ben yetişemedim ama şimdi, kökü bu topluluğa dayanan Tiyatro Açıkça' nın bir üyesiyim. İsmini gerek Açıkça' daki hocalarımdan, gerek farklı tiyatro kaynaklarından pek çok kez duyduğum bir ismin atölyemize gelip provamıza katılması, unutulmayacak bir anı oldu benim için.

Aslında Turgut Denizer ve Ümit Denizer isimlerini öğrenişim, ilginç biçimde bundan çok öncesine, 12 yaşıma denk geliyor. Ortaokula başladığım sene, aktif olarak tiyatroyla uğraşmaya da başlamıştım. Okul kütüphanesinde, genelini Mitos Boyut Yayınları' nın toplu oyunlar serisinin oluşturduğu bir tiyatro bölümü vardı, haliyle oraya dadanmıştım. Bir gün orada, Ümit Denizer' in yazdığı Ferhad ile Şirin' i buldum. Sürüklenerek okuduğumu, hatta derste de okumaya devam ettiğim için hocanın sorduğu soruya cevap veremediğimi hatırlıyorum, ve ta o zamandan, Mehmene Banu repliklerini fosforlu kalemle çizdiğimi...

Hayatta olaylar birbirine çok değişik şekillerde bağlanıyor. O zaman AÇOK' ta Ustabaşı rolünü, Ragıp Yavuz oynamış. Seneler sonra Nazım' ın Ferhad ile Şirin' ini Şehir Tiyatroları' nda sahneye koymuş ve ben izlemişim. Aslında bir açıdan, bugün benim Açıkça' da olmamın sebebi de bu oyun. Üzerinde aşkla çalıştığım Mehmene' nin kaynağı da bu oyun. Ragıp Yavuz da AÇOK kökenli olduğuna göre, herşeyin başı AÇOK ve AÇOK' un kurucularıdır diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz.

4 Ocak 2008 Cuma

Nazım' a Selam

Moskova' dayım.


Nazım Hikmet' e selamlarımı ve teşekkürlerimi getirdim.

Onun sözü, bugünün gençlerine eskiden kalan romantik bir masal gibi gelir. Bunu Ferhad ile Şirin' in mesajı için de düşünmüştüm. "Toplumun iyiliği için bireyin kendini feda etmesi" fikri, bugünün bireysel dünyasında geçerliliğini hemen hemen kaybetmiş durumda.

Benim hayatımın merkezine oturttuğum Mehmene' nin hikayesi, bütün bir Nazım Hikmet literatürü içinde küçücük bir yer kaplıyor aslında. Tek başına bir hikaye bile değil, bir hikayenin parçası. Kardeşi için güzelliğini feda edip, sonra onun sevgilisine aşık olan Arzen Sultanı' nın hikayesi, Nazım' ın bu yorumu, onun yüzlerce yıllık efsaneye verdiği müthiş bir hediye bana sorarsanız.

İşte ben de, içinde yaşadığım çağın bir ürünü olarak, Ferhad' ın toplum için kendini feda etme hikayesinden çok, Mehmene' nin kişisel aşk hikayesini ilgi çekici buluyorum. Ama suç bende değil, Nazım' da. Mehmene' ye böylesine dokunaklı bir kader yazmayacaktı, fedakarlığın en büyüğünü onun omzuna yüklemeyecekti, bizi üzmeyecekti.

2 Ocak 2008 Çarşamba