"Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum."

_

30 Haziran 2007 Cumartesi

Özledik Yahu

Bekle beni Mehmene! Geliyorum... :)

Son bir hafta - on gündür kendimde değilim. Tiyatro Açıkça' nın gösterisine hazırlanmaktaydık. Bu gece gösteri gecesi. Pazar akşamı da Antalya' ya doğru yola çıkıyorum. Perşembe' ye kadar Olympos, sonra Antalya' dayım bir müddet.

Olympos' tan döndükten sonra rahat rahat çalışırım Antalya' da, nasıl olsa ekipmanım yanımda. İstanbul' a, düzenlemeleri bitirmiş olarak bile dönerim belki.

Benim Mehmene' den uzak kaldığım bu süre boyunca, yoğun çalışan başka biri vardı neyse ki; Ece, albüm kapağı için çalışmalarını tam gaz sürdürüyor. Yalnız değiliz! Biri çalışamazken öbürü çalışıyor! :)

Ama itiraf etmek lazım ki, özledim Mehmene' yle uğraşmayı...

21 Haziran 2007 Perşembe

Sazlar Çalınır



Müzik yazarım. Düzenlerim. Nota yazarım. Hiçbiri olmazsa saz çalarım. Zira çalmalıyım. Çalışmalıyım. Mehmene şu an tamamen benim aşkım, tutkum ve çevremdeki insanların iyi niyetleriyle, dostluklarıyla yürüyen bir iş. Kendimden başka mümkün olduğunca az kişiyi yorarak iş yapmaya çalışıyorum. Çalabileceğim enstrumanları ben çalıyorum, iyi sonuçlar alabiliyorsam midi klavyeyle çalıyorum.
Ne var ki herşeyi yapamıyorum. Kanun kayıtlarını Ayçiler yapıyor. Bugün Heyhât' a baktık mesela biraz. Nağme, klasik kemençe kayıtlarını yapacak. Çello partileri Burçak' ta. Ayşegül de şarkı söylüyor sağolsun. Bir de Ay Güzeli' nin gizemli gazelhanı var, henüz kim olacağı tam olarak belli değil.
Ney ve tanbur kayıtlarını şimdilik ben yapıyorum, iş daha ciddiye binerse işi ney ve tanbur çalmak olan arkadaşlardan rica edeceğim. :) Şanslıyım hem de çok, etrafımda bana yardımcı olan dostlar, hem de iyi müzisyenler olduğu için.
İşin başında, bu albümün daha elektronik bir anlayışla şekilleneceğini düşünmüştüm. Nota ve melodiden çok, ses, efekt ve ritm kullanılan birşey olacak gibi gelmişti ama işler farklı gelişti. Bunun oldukça melodik bir çalışma olduğu söylenebilir, üstelik Reason' ı büyük ölçüde kullanıyorsam da, canlı kayıtlar da yabana atılacak gibi değil.
Hatta bilgisayarla hiç desteklenmeyecek parçalar var Fer ve Pür Ateşim. Tabii oyun diyaloglarının müziğe yerleştirmesini saymıyorum bilgisayar desteği olarak.

19 Haziran 2007 Salı

Herşey Olur


Gelecekteki hayatımın provası mı oluyor bu anlamadım ki. Ben sanmıştım ki sabah kalkacağım, adeta bir stüdyo haline getirdiğim odamda akşama kadar ilham perileriyle meşk edeceğim. Ne gezer. Şimdi tatile girdim ya üzerinize afiyet, annem de yoğun çalışıyor ya, yemek işleri genelde bana bakıyor. Hasılı kendimi, mp3 çalarla oyunun ses kaydını dinlerken biber dolması yapar halde bulabiliyorum. Geçen gün de Ayçiler gelmişti muhabbet eşliğinde kabak soymuştum dilmiştim şahane yemek yapmıştım. Kendimi tanıyamıyorum. Sistemin bir parçası oldum resmen.
Kadın Sanatçılar Hareketi başlatmak istiyorum. İşte bu da şahane biber dolmamı ocağa koyduktan hemen sonraki gurur fotoğrafım. Sol taraftaki örümceğe dikkat:

18 Haziran 2007 Pazartesi

Ay Güzeli


Arzen Sultanı, ulaşılmaz bir güzellik. Kendini saklayan, kendini kıskanan bir güzellik.

Mehmene Banu, Arzen şehrinin en güçlü kadını olduğu kadar, en güzel kadınıdır da. Ne var ki, anladığım kadarıyla, bu güzellik başkalarıyla paylaşılmıyor. Yüce, erişilmez, insanüstü bir yerde tutuluyor. Mehmene Banu, ne kadar güzel olsa da, insanüstü güzellikte olabilir mi? Hayır! Onu bu mertebeye çıkaran, biraz da makamı ve tabii ki kendi etrafına ördüğü duvarlar.

Kendi etrafına ördüğü duvar? Şehvet, her ne kadar Mehmene Banu’ nun vurgulanan temel duygularından biri olsa da, bir de kendini koyduğu o Kaf Dağı’ nın tepesi var. Kendi güzelliğine olan hayranlığı, kimseyi kendine layık görmeyişi. Mehmene Banu narsist mi? Irmaktaki aksine vurulan Narcissos’ la aynı duyguları yaşadığı kesin, fakat bilinen anlamda narsist değil. Çünkü malumdur ki, narsist bir insan, başka insanların istek ve ihtiyaçlarına duyarsızdır. Fakat Mehmene, en azından kardeşi Şirin’ e karşı, inanılmaz derecede duyarlı. Zaten Mehmene’ nin hikayesini anlatılmaya değer kılan tek şey de kardeşine olan sevgisi ve bu sevginin sonuçları. Fakat bu, bir sonraki parçanın konusu. Biz Mehmene’ nin güzelliğine dönelim.

Sonuç olarak Mehmene’ nin güzelliği, ulaşılabilir, insancıl bir güzellik değil. Aksine çok uzak, çok yüce kabul edilen bir güzellik. Onun güzelliğine reaksiyon veren, ona aşık olmaya ve üstelik bunu göstermeye cesaret edebilen tek erkek Vezir, ki Vezir’ in hikayedeki yeri gerçekten çok ilginç. Bunun dışında, Müneccim de, Hekimbaşı da, Mehmene’ nin güzelliğine karşı kayıtsızlar. Nazım Hikmet yazarken bunu düşünmedi muhtemelen, fakat ben bu durumu, sultanın erişilmezliğine, onun gerçekten aşık olunacak, sevilecek normal bir kadın olarak görülmemesine bağlıyorum.

Bu yüzden Mehmene Banu’ nun güzelliğini, ulvi, destansı bir güzellik olarak ele alıp öyle işleyebiliriz.

Bu arada gözden kaçmaması gereken bir nokta da şu ki, bu güzelliği, Mehmene Banu’ yu var eden biricik şey. Zira, hayatta herkesin “kendi olarak” var olmasını sağlayacak bir şey var. Örneğin, benimki üretmektir. Anaç bir kadınınki, birilerine bakıp kollamak olabilir, ya da sportmen biri, kaslarını çalıştırıp geliştirdiği sürece “kendi olarak” vardır. Bazı insanlar sevildikleri zaman var olurlar, bazıları sevdikleri zaman. Onları var eden şeylerden yoksun oldukları zaman yine yaşarlar, hatta belki hayattan keyif de alırlar, ama “kendileri” değildirler artık. Onları özel kılan cevher gitmiş, ruhsuz bir kalıp kalmıştır geriye.

Mehmene’ yi de kendi olarak var eden, dış güzelliğidir. Ve saraya gelen büyücünün ondan istediği, onu var eden cevherdir aslında.

17 Haziran 2007 Pazar

Susuz Şehrin Sultanı




Nazım Hikmet, Mehmene Banu’ ya her ne kadar kişisel bir hikaye yüklemiş, onu bir karakter derinliğinde işlemeye meyletmişse de, göz ardı edemeyeceğimiz şey, Mehmene Banu’ nun iktidarı simgeliyor oluşudur. Biz bu hikayeye, iktidarı simgeleyen bu genç kızın gözünden bakıyoruz.

Oyunun başında, bir yanda Mehmene Banu’ nun sorumlu olduğu insanların susuzluktan sinekler gibi dökülüp ölmeleri, bir yanda da biricik kardeşi Şirin’ in ölümcül bir hastalığa yakalanmış olması var. Bütün bir şehre karşı bir tek kişi, ve Mehmene Banu için ağır basan, bu bir tek kişi oluyor o anda. O halde Mehmene Banu’ nun, halkını umursamayan, kötü bir hükümdar olduğunu düşünebilir miyiz?

Ben, kendi hesabıma, halkının başındaki susuzluk belasının, Mehmene Banu için ciddi bir baskı unsuru olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonuçta bu sorunu çözmek, hükümdar olarak onun görevidir, ve Mehmene Banu bunu başaramamıştır. Çözemediği bir sorunla karşı karşıya kalan insanın onu yok sayması gayet yaygın bir durum. Mehmene Banu da, bir ihtimal, kendisine hatırlatılmadıkça bu konu üzerinde kafa yormamayı tercih ediyor.

Madem Ferhad tek başına bu dağı yirmi yılda deliyor – aslında oyunda deldiğini görmüyoruz ama Nazım ilk önce delmesini ve suyun altında boğularak ölmesini düşünmüş - , yani eninde sonunda bu dağ delinebiliyor, o halde neden pek çok insan çalışıp daha kısa sürede delmiyor? Madem Demirdağ delinebiliyor, niçin Mehmene Banu bunun için gerekli düzenlemeyi yapmıyor? Acaba halkını gerçekten mi umursamıyor? Öte yandan, susuzluktan kırılan Arzenliler niçin bir girişimde bulunmuyorlar?

Eğer Mehmene Banu’ nun, halkını gerçekten umursamadığını kabul edersek, Demirdağ’ ın sultan üzerinde yarattığı baskıdan da söz edemeyiz, o zaman bu müziğin de anlatacak bir şeyi kalmaz. Ben, Mehmene Banu’ nun - başarılı olup olmadığı tartışılır ama - halkını umursayan bir hükümdar olduğunu kabul edip, tezlerimi bunun üzerine şekillendiriyorum.

Hayatta rastladığımız bir durumdur. İnsanlar bir şeylerden şikayet ederler. Aksilikler, engeller onların enerjisini çalar da çalar, ama yine de bunu çözmek için kesin bir hamle yapmazlar, bunların çözümsüz sorunlar olduğundan emindirler. İşte Ferhad’ ı diğer insanlardan ayıran ve onu kahraman yapan budur. Demirdağ’ ın delinebileceğine inanmasıdır. Hoş, inanmasaydı da, sadece aşkı için yapardı bunu. Ve belki de fazla akılcı düşünmeyi bir yana bırakıp Nizami Gencevi’ nin bilgeliğini ödünç alarak kabul etmeliyiz ki, kimselerin delemediği bu dağı Ferhad’ a deldiren, Şirin’ e olan aşkının gücüdür.

Ferhad ne şanslı ki ona bu gücü ve inancı veren aşkı var. Mehmene Banu’ ya ne yazık ki, o, böyle bir aşktan yoksun. Bu yüzden, Ferhad için savaşılacak ve çözülecek bir mesele olan Demirdağ, Mehmene Banu için çözümsüz bir düğüm. Bütün düşüncemi ve bu müziğin ana fikrini, Demirdağ’ ın Mehmene Banu üzerinde kurduğu baskıya dayandırıyorum. Zira, daha sonra Ferhad hayatına girdiği zaman, Mehmene Banu’ nun hayatında çözemediği ikinci bir düğüm oluyor ve bu kız çareyi ( ya da teselliyi ) iki çözümsüz sorununu birbiriyle çarpıştırmakta buluyor.

Olmazları olduran o aşktan yoksun, Mehmene Banu. Susuz Şehrin Sultanı. Albüme böyle başlamak, daha kardeşinin hastalığından dem vurmadan, Arzen arka planını anlatmak istedim, çünkü halkının susuzluğu, Demirdağ’ ın uğursuz gölgesi, Mehmene Banu’ nun karakterini belirleyen başlıca unsurlardan biridir fikrimce.

evet...

ndEvet, blogu bir süre kapalı tuttuktan sonra yine buradayım. Hoş, kapalı tutmayacaktım de ne yazacaktım, sorarım size. Bu hafta kımıltısız geçti diyebilirim, genelde evde oturdum, evde oturdukça sıkıldım, bir iki tatsız olay da üst üste geldi, kendimi zorlayıp iş yaptığım zaman da genelde 30 Haziran' daki gösteriyle ilgili çalıştım. Mehmene için ne yaptıklarım, Reason' da bir iki dişe pek de dokunmayan düzenlemenin, biraz da notasyonun ötesine geçemedi.

Ha onlar da lazım, illa ki lazım. Müziği yaratıyorsun ama düzenlemesini de yapmak zorundasın, müzisyenlere vereceğin notaları da yazmak zorundasın. Bir yandan yük ama bir yandan da güzel birşey çoğu işi benim yapıyor olmam. Müziği yazıyor, aranjmanları yapıyor, notaları hazırlıyor, kayıtları alıyorum, mixleri bile yapıyorum kendimce. Yine de iş bittiği zaman mix ve mastering için bilen birine götürmek şart...

Güzel, pek güzel bir haber: Ece' nin sınavları bitti, tatile girdi kendisi. Artık albümün görsel yanı da daha hızlı ilerleyecek gibi. Neler çıkacağını görmek için sabırsızlanıyorum.

Şimdi, blog yazmayı bitirince işe girişeceğim. Yeni birşey üretebileceğimi sanmıyorum ama yaptıklarımı notaya alsam o bile yeter. Şirin' in şarkısıyla başlayalım mesela, hem düzenlemesi de kaynar arada... Sade bir şey olacaktı zaten.

Albüm, tam anlamıyla müzik sayılamayacak, daha çok bir ses düzenlemesi olan "Prolog" la başlıyordu. Onun adını "Öndeyiş" olarak değiştirmeye karar verdim. Türkçe' mizi koruyalım, değil mi ama.