...Dadısının ve cariyelerin elinde özenle hazırlandıktan sonra, Şirin Sultan koşarak çıktı odadan. Yürüyüşünde dahi ıtır rayihası gibi uçucuydu. Koşarak geçti sarayı, koşarak vardı ablasının yanına.
Ablası, Mehmene Banu.
Ablası, Arzen Hükümdarı.
Ablası, Şirin’ in ablası.
Kırmızılar üstünde, kırmızı kadife, kırmızı ipek, kırmızı tüller... Gece siyahı saçları kehribarlarla süslenmiş, geniş alnında yakut alınlık... Kehribarlar ne mutlu, alınlık ne bahtiyar! Kehribarların en şanslısıyız. dediler, gülüşerek. Mehmene Banu’ nun saçları süslüyor bizi.
Bilirlerdi ki, en nadide kehribarlar bile Mehmene Banu’ nun gözlerine denk olamazdı.
Yakut alınlık da onlardan geri kalmadı. Mücevherlerin en kutlusuyum. Mehmene Banu ’ nun şavkıyla ışıyorum, şavkım vuruyor Mehmene Banu’ nun yüzüne.
Bilirdi ki, hiçbir yakut Mehmene Banu’ nun dudaklarına; hiçbir mücevherin şavkı, Mehmene Banu’ nun alnına ve yanaklarına denk olamazdı.
Mehmene Banu, Arzen’ in en karanlık geceleri gibi dökülen saçları, servi ağacını mahcup eden endamı, kaşlarının şakaklarına uzanan hançer kavsi, birer tılsım taşı gibi kara gözleriyle, kadınlar içinde en güzeliydi.
Şirin Sultan, koşup ablasına sarıldığı vakit tılsım taşları ışıdı. Yakutu süsleyen alın, kehribarları süsleyen o güzel baş ışıdı. Mehmene Banu, kardeşine duyduğu tarifsiz sevgi ile ışıdı. Ona, kalbinin özenle korunmuş, en yumuşak iklimli, en güzel kokulu bahçesinden seslendi, “ Kardeşim! ”
...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)